126


LAUDATO SI’

PAPA FRANESCO HAZRETLERİNİN

ORTAK EVİMİZİN BAKIMI HAKKINDA

PAPALIK GENELGESİ





1. “LAUDATO SI’, mi’ Signore” – “Seni överim, ey Rabbim”. Bu son derece güzel ilahinin sözlerinde, Assisili Aziz Francesko, hayatımızı paylaştığımız bir kız kardeşe ve kollarını bizi kucaklamak için açmış şefkatli bir anneye benzeyen, ortak evimizi hatırlatıyor. “Seni överim ey Rabbim, bizi destekleyen, yöneten ve rengârenk çiçekleri ve bitkileriyle çeşitli meyveler veren Kız kardeşimiz ve Annemiz Dünya için”. 1


2. Tanrı’nın ona bahşettiği varlıkları sorumsuz kullanıp suiistimal ettiğimiz için ona verdiğimiz zarar yüzünden, bu kız kardeş şimdi bize haykırıyor. Biz kendimizi, onun efendisi ve hâkim olarak görmeye başladık ve sahip olduklarını yağmalamayı kendimize hak gördük. Günahla yaralanmış yüreklerimizdeki şiddet; topraktaki, havadaki, sudaki ve tüm yaşam biçimlerindeki hastalık kanıtlarının belirtilerine yansımaktadır. Bu yüzden atık ve yüklerin bırakıldığı dünyanın kendisi, en terkedilmiş ve kötü davranılmış yoksullar arasındadır; o, “doğum sancıları içinde bekliyor” (Rom. 8,22). Kendimizin, yerin toprağından olduğumuzu unuttuk. (Bk Yar. 2, 7); vücutlarımız onun elementlerinden yapıldı, onun havasını soluyoruz, ondan yaşam alıyoruz ve onun suyuyla tazeleniyoruz.


Bu dünyadaki hiçbir şeye kayıtsız kalamayız.

3. Elli yıldan fazla bir süre önce, dünya nükleer bir krizin eşiğinde gidip geliyorken, Papa Aziz 23. Yuhanna sadece savaşı reddetmekle kalmayıp barış için bir teklif de sunan bir Papalık Genelgesi yazmıştı. Mesajı Pacem Terris, tüm “Katolik dünyası”na yönelik olmakla birlikte aslında “iyi niyetli tüm erkek ve kadınlara” yönelikti. Bugün küresel bir çevresel bozulma ile yüz yüze olduğumuz sırada, bu gezegende yaşayan herkese seslenmek istiyorum. Evangelii Gaudium Havarisel Mektubu’nda Kilise’nin tüm üyelerine süregitmekte olan misyonerlik yenilenmesini teşvik etmek amacı ile seslenmiştim. Bu Genelge’de tüm insanlarla ortak yuvamız hakkında bir diyaloga girmeyi arzuluyorum.


4. 1971’de Pacem in Terris’ten sekiz yıl sonra, Çok Mutlu Papa VI. Pavlus, ekolojik bir endişe ile insan faaliyetlerinin kontrolsüzlüğünü, “trajik bir sonuç” olarak vurgulamıştı: “doğanın hastalıklı bir şekilde sömürülmesi nedeniyle, insanlık yıkılma tehlikesine doğru koşuyor ve bu düşüşün kurbanı haline dönüşüyor.”2 Birleşmiş Milletlerin Gıda ve Tarım Organizasyonu’nda da aynı terimlerle konuşarak “endüstriyel uygarlaşmanın etkili gelişimi altında çevresel felaket” potansiyeline değinmiş ve “insanlığın yaşam şartlarında radikal bir değişikliğin acilen gerekli olduğunu vurgulamış, bunun yanı sıra “otantik toplumsal ve ahlaki gelişimle birlikte ilerlemeyen en sıra dışı bilimsel gelişme, en şaşırtıcı teknik beceri ve en hayret uyandıran ekonomik büyüme, kesinlikle insan aleyhine dönecektir” demişti3.


5. Aziz II. Jean Paul, bu konuyla giderek artan bir şekilde ilgilenmiştir. İlk Papalık Genelgesi’nde insanları sık sık görülen bir hataya karşı uyarmıştı: “kendi doğal çevrelerindeki çeşitli araçları, derhal kullanmak ve tüketmek üzere ne işe yaradıklarına bakma” tehlikesi” 4. Bunu takiben küresel bir çevre tövbesi için de çağrıda bulunacaktı5. Aynı zamanda “otantik insan ekolojisi için ahlaki koşulların güvenliği”ne dikkat çekmişti6. İnsan çevresinin bozunması sadece Tanrı dünyayı biz kadınlara ve erkeklere emanet ettiği için değil, insan yaşamının kendisi her türlü alçaltılmaya karşı savunulması gereken bir armağan olduğu için son derece ciddi bir konuydu. Dünyamızı korumak ve geliştirmek için her türlü çaba beraberinde özellikle “yaşam biçimi, üretim ve tüketim modelleri ve bugün toplumu yöneten kurulu güç yapılarında”7 derin bir değişimi de getiriyordu. Otantik insan gelişiminin ahlaki bir özelliği vardır. İnsan şahsına tam bir saygı farz eder, fakat aynı zamanda bizi çevreleyen dünya ile de ilgilenmelidir ve her tür varlığın doğasını ve düzenli bir sistemde onların karşılıklı ilişkilerini de dikkate almalıdır”8.Buna göre, gerçekliği değiştirmek için olan insani yetimiz, Tanrı’nın tüm bunlardaki orijinal armağanı ile aynı çizgide ilerlemelidir9.


6. Selefim XVI. Benedictus, buna benzer şekilde şunu önermişti: “Dünya ekonomisini işlevsizleştiren yapısal nedenleri bertaraf etmek ve çevreye saygıyı sağlamada yetersizliği teşvik eden büyüme modellerini düzeltmek"10. O, dünyanın sadece bir özelliği alı diğerlerinden ayırarak çözümlenemeyeceğini, çünkü “doğa kitabının tek ve bölünemez olduğunu” ve çevre, yaşam, cinsellik, aile, sosyal ilişkiler ve bunun gibi unsurları içerdiğini gözlemlemişti. Bunu “doğanın bozuluşunun, insanların birlikte yaşamasını şekillendiren kültürle yakından bağlı olduğu” 11ifadesi izler. Papa Benediktus bizden, doğal çevrenin sorumsuz davranışlarımız nedeniyle derin bir şekilde zarar gördüğünü fark etmemizi istiyor. Sosyal çevre de bundan ciddi bir zarar görüyor. Her ikisi de aynı kötülüğün zirvesidir: bu görüşe göre, yaşamımıza yön verecek tek bir tartışılmaz gerçek yoktur ve bu nedenle insanın özgürlüğü sınırsızdır. Şunu unutmuş bulunuyoruz: “insan, sadece kendisi için yarattığı özgürlükten ibaret değildir. İnsan kendini yaratmaz. O ruh ve iradedir, fakat aynı zamanda doğadır.12” Benediktus, bir babanın endişesi içinde: “Son sözün bize ait olduğu yerde, her şeyin basitçe bizim malımız olduğu yerde ve onu sadece kendimiz için kullandığımız yerde” yaratılışın zarar görmekte olduğunu anlamamızı istiyor. “Yaratılışın bu kötüye kullanımı, kendimizden daha üstün bir bakışı artık tanımayıp kendimizden başkasını görmemeye başladığımızda ortaya çıkar.”13 Diyerek bu görüşünü pekiştiriyor.

Bu endişeyi paylaşıyorum.


7. Papalara ait bu ifadeler, her biri bu sorularla kilisenin düşüncesini zenginleştiren çok sayıda bilim adamı, filozof, teolog ve sivil toplum kuruluşlarının düşüncelerini yansıtmaktadır. Katolik Kilisesi’nin dışındaki diğer kiliseler ve Hristiyan cemaatleri –ve elbette diğer dinler de- derin endişelerini belirtmekte ve hepimizin rahatsız edici bulduğu bu konularda değerli düşüncelerini sunmaktadırlar. Sadece çok çarpıcı bir örnek vermek için kendisiyle tam bir kilise birliği ümidini paylaştığımız sevgili Ekümenik Patrik Bartholomeos’un yaptığı açıklamaya değinmek istiyorum.


8. Saygıdeğer Ekümenik Patrik Bartholomeos, özellikle her birimizin gezegene zarar verme biçimlerimiz ve “az ya da çok yaratılışın şekilsizleşmesine ya da yıkımına sağladığımız katkı”nın farkına vararak “her birimiz, küçük ekolojik hasarlara sebep olduğumuz için” tövbe etmeye ihtiyacımız olduğunu 14söylüyor. Açıkça ve ikna edici şekilde, yaratılışa karşı günahımızın farkına varmamız için bizimle mücadele ederek tekrar söylüyor: “İnsan türü için, Tanrı’nın yarattıklarının biyolojik çeşitliliğini yıkmak; insan türü için iklimde değişikliklere neden olarak, yeryüzünün doğal ormanlarını traşlayarak ya da su havzalarını tahrip ederek yeryüzünün bütünlüğünü aşındırmak; insan türü için yeryüzünün sularını, topraklarını, havasını, yaşamını kirletmek – tüm bunlar günahtır” 15. Çünkü “doğal dünyaya karşı suç işlemek, kendimize karşı günah işlemek, Tanrı’ya karşı günah işlemektir” 16.


9. Saygıdeğer Patrik Bartholomeos aynı zamanda sadece teknolojiyle değil, insanlıktaki değişimle çözüm aramayı gerektiren çevre sorunlarının ahlaki ve ruhsal kökenlerine dikkat çekiyor; Diğer türlü biz sadece belirtilerle ilgileniyor olacağız. O bizden cömertlikle cimriliğin, vazgeçerek değil fakat vermek sayesinde öğrenmeyi beraberinde getiren çileciliğin paylaşma ruhu ile müsrifliğin yerini değiştirmemizi istiyor. Bu bir sevme yoludur, benim ne istediğimden, Tanrı’nın dünyasının neye ihtiyacı var sorusuna yönelmektir. Korku, açgözlülük ve zorlamadan özgür olmaktır”17. Hristiyanlar olarak şuna çağrılmış bulunuyoruz: “Dünyayı, birliğin bir sırrı, küresel ölçekte Tanrı ile ve komşularımızla paylaşmanın bir yolu olarak kabul etmeye çağrıldık. Bizim mütevazı kanaatimizdir ki, ilahi olan ve insan; gezegenin en küçük bir tozunda bile, Tanrı yaratıklarının dikişsiz elbisesindeki en açık ayrıntıda buluşurlar.”18



Assisili Aziz Fransua

10. Bu Genelge’yi, çekici ve çok önemli bir başka kişiyi, Roma Episkoposu seçildiğimde rehberim ve esin kaynağım olarak adını almış olduğum Azizi anmadan yazmayı pek istemiyorum doğrusu. Aziz Fransua’nın otantik ve sevinç dolu bütüncül ve savunmasız ekolojinin bakımı için mükemmel bir örnek olduğuna inanıyorum. O, çevre alanında çalışan ve araştırma yapan herkesin koruyucu azizidir ve Hristiyan olmayanlar tarafından da çok sevilmektedir. O Tanrı’nın yarattıklarıyla, yoksullar ve dışlananlarla özellikle ilgileniyordu. O sevdi ve sevinci ve kendisini açık yüreklilikle cömertçe verdiği için derin bir şekilde sevildi. O, Tanrı ile ve başkaları ile doğa ile ve kendisi ile sadelik ve harika bir uyum içinde yaşayan bir mistik ve hacı idi. Doğa için endişe, yoksul için adalet, toplum için sorumluluk ve içsel barış arasında nasıl ayrılmaz bir bağ olduğunu o bize gösteriyor.


11. Aziz Fransua bütüncül ekolojinin matematik ve biyolojinin dilini aşan kategorilere açık olmaya çağırdığını görmemize yardım ediyor ve bizi insan olmanın derin anlamına götürüyor. Tıpkı biz birine âşık olduğumuzda ne oluyorsa, Aziz Fransua da güneşe, aya, küçücük bir hayvana baktığında, bir şarkı söylüyor, tüm diğer yaratıkları övgüsüne çekiyordu. Tüm yaratılışı övgüye çağırıyordu, çiçeklere vaaz ederken, onları “kendilerine bahşedilen varlıkları nedeniyle, Rabbi övmeye ve sevmeye çağırıyor”. 19 Onun etrafındaki dünyaya karşı cevabı entelektüel bir yaklaşımdan ya da ekonomik bir hesaplamadan daha fazlasıdır, onun için bütün yaratıkların her biri kendisine sevgi bağı ile birleşmiş olan bir kız kardeştir. Tüm varlıklara özen göstermek üzere çağrıldığını hissetmesinin nedeni budur. O’nun öğrencisi Aziz Bonaventura bize der ki: “Her şeyin ilk kaynağını düşündüğünde, her zamankinden daha fazla merhametle dolarak tüm yaratıkları, ne kadar küçük olurlarsa olsunlar isimlerine “kardeş” sözcüğünü ekleyerek çağıracaktı.”20 Bu tip bir yaklaşım, naif bir romantiklik olarak yazılamaz, çünkü davranışlarımızı belirleyen seçenekleri etkileyecektir. Doğaya ve çevreye huşu ve hayranlığa açık bir şekilde yaklaşmazsak, kardeşlik dilinden, dünyayla ilişkimizin güzelliğinden daha fazla söz edemezsek, davranışlarımız efendilerin, tüketicilerin, sorumsuz sömürücülerin davranışları olacak, anında istediklerine erişmelerine engel konulamayacaktır. Bunun tersine, tüm bu varlıklarla gerçek bir birlik hissedersek, temkinli ve özenli bir yaklaşım kendiliğinden gelişecektir. Aziz Fransua’nın kanaatkârlığı ve yoksulluğu sahte bir çilecilikten ziyade, daha radikal olarak: Bir nesneyi sadece kullanmak ve kontrol etmek gerçeğinden feragat etmektir.


12. Diğer yandan, Kutsal yazılara bağlı olan Az. Fransua, doğayı; Tanrı’nın sonsuz güzelliği ve iyiliğine bakmayı bize bahşeden, Tanrı’nın bizimle konuştuğu muhteşem bir kitap olarak görmeye davet ediyor: “Çünkü yaratılışın görkem ve güzelliği, Yaratan hakkında fikir veriyor.” (Bil. 13,5); gerçekten de, “Tanrı’nın sonsuz gücü ve Tanrılığı dünya yaratılalı beri O’nun yaptıklarıyla anlaşılmakta, açıkça görülmektedir.” (Rom 1,20). Bu nedenle Fransua kardeşlerinden bahçenin daima el değmemiş olarak kalmasını istedi, böylece yabani çiçek ve bitkiler orada büyüyecek, onların büyüdüğünü görenler zihinlerini Tanrı için, bu muhteşem güzelliklerin Yaratıcısı için genişletecektir.21 Dünya, çözülmesi gereken bir problemden çok, memnuniyet ve övgüyle seyredilmesi gereken sevinçli bir gizemdir.


Benim çağrım:

13. Ortak evimizi korumak için yaptığımız bu acil çağrı sürekli ve bütüncül bir gelişme aramak için tüm insanlık ailesini bir araya toplama endişesini de içeriyor, çünkü bir şeylerin değişebileceğini biliyoruz. Yaratıcı bizi terketmez; asla sevgi planından vazgeçmez, ya da bizi yarattığı için pişman olmaz. İnsanlık halen ortak evimizi inşa etmek için birlikte çalışma becerisine sahiptir. Burada, bu paylaştığımız bu yuvayı korumayı sağlama almak için sayısız yolla mücadele edenleri hatırlamak, yüreklendirmek ve onlara teşekkür etmek istiyorum. Dünyanın en yoksullarının yaşamlarını yıkmakta olan trajik çevresel etkilere yorulmadan çözüm arayanlar özel bir takdiri hak ediyorlar. Genç insanlar değişim talep ediyor. Onlar, çevresel krizi ve dışlananların acılarını düşünmeden daha iyi bir gelecek inşa etmenin nasıl mümkün olabileceğini merak ediyorlar.


14.Gezegenimizin geleceğini şekillendirmek için yeni bir diyalog çağrısında bulunuyorum. Bir çevre mücadelesine gitmekte olduğumuz ve bunun insani kökleri bizi ilgilendirdiği ve etkilediği için herkesi için alan bir görüşmeye ihtiyaç var. Dünya çapındaki bu ekolojik hareket halihazırda dikkate değer bir gelişme göstermiş bulunuyor ve bu da bu mücadele için bilinci yükseltmeyi taahhüt eden çok sayıda organizasyonun kurulmasına yol açtı. Üzülerek belirtmeliyim ki, çevre sorunu için pek çok somut çözüm arama çalışması, sadece güçlü itirazlar yüzünden değil, fakat genel olarak ilgi eksikliği yüzünden etkisiz kalmaktadır. Engelleyici davranışlar, kayıtsızlıkla, sadece imza verip geçmekle, ya da körlemesine teknik çözümlere güvenmekle inananlar tarafından bile sorunun reddini artırmaktadır. Yeni ve evrensel bir dayanışmaya ihtiyacımız bulunuyor. Güney Afrikalı Episkoposların belirtmiş olduğu gibi “Herkesin, Tanrı yaratıklarına insan tacizi yüzünden verilen zararı, yetenek ve ilgisi ile tazmin etmesi gerekiyor”22. Hepimiz, kendi kültür, deneyim, ilgi alanı ve becerimize göre, Tanrı’nın bir enstrümanı olarak işbirliği içinde yaratılışın bakımı için çalışabiliriz.


15. Kilise’nin sosyal öğretisinin yapısına eklenmiş bulunan bu Genelge’nin yüz yüze olduğumuz bu mücadelenin enginliği ve aciliyetini belirten bu çağrıyı anlamamıza yardım edebileceğini umuyorum. Günümüzde elde edilmesi kolay olan en iyi bilimsel çalışmaların sonuçlarından alıntıların yardımıyla bunların bize derin bir şekilde dokunarak izlenecek etik ve ruhsal yol için somut bir temel sağlaması amacıyla kısaca mevcut ekolojik krizin çeşitli yönlerine değinmeye başlayacağım. Daha sonra çevreye daha uyumlu bir bağlılık sağlayabilecek Yahudi – Hristiyan geleneğinden bazı ilkeler aktaracağım. Daha sonra mevcut durumun köklerine inmeye çalışacağım, böylece sadece belirtileri değil en derin sebepleri de tanıyabileceğiz. İnsanlar olarak bu dünyadaki eşsiz yerimize ve etrafımızdaki unsurlarla ilişkimize saygı demek olan, çevreye bir yaklaşım sağlamamıza yardımcı olacaktır. Bu düşüncenin ışığında, bireyler olarak her birimizin katılımını sağlayacak ve aynı zamanda uluslararası politikayı etkileyeceğini düşündüğüm diyalog ve eylem için daha geniş teklifler geliştireceğim. Somut olarak kendimin de inandığı gibi, bir motivasyon ve eğitim süreci olmazsa değişim imkansızdır, insanlığın gelişimi için Hristiyan ruhsal deneyiminin hazinesinden ilham verecek bazı konuları yol gösterici olarak sunacağım.


16. Bunun yanı sıra, her bölüm kendi konusuna ve özel yaklaşımına sahiptir, ayrıca önceki konular tekrar incelenip ele alınacaktır. Bu, Genelge’nin ilerleyen kısımlarında tekrar tekrar ele alınacak çok sayıda temadan oluşan bir konudur. Örnek verecek olursak, fakirler ve gezegenin kırılganlığı arasındaki derin ilişkiye dikkat çekeceğim, kanaatimce dünyadaki her şey birbirine bağlıdır; teknolojiden kaynaklanan yeni değerler dizisinin ve güç biçimlerinin eleştirisi, ekonomi ve gelişmeyi anlamak için başka yollar arama çağrısı; her yaratığa uygun değerin verilmesi; ekolojinin insani anlamı; samimi ve dürüst tartışma ihtiyacı; uluslararası ve yerel politikalarda ciddi sorumluluk; çöpe atma kültürü ve yeni bir yaşam biçimi önerisi. Bu sorunlar tek bir defada ve hep bir arada ele alınmayacaklar, fakat tekrar tekrar değişik açılardan ve zenginleştirilerek ele alınacaklar.


BÖLÜM 1


ORTAK EVİMİZE NELER OLUYOR?


17. İnsanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş mevcut durumumuz yeni bir analize oturtulmazsa, insanlığın ve dünyanın durumu hakkındaki teolojik ve felsefi düşünceler, yorucu ve soyut gelebilir. Bu nedenle, bir parçası olduğumuz dünyada imanın ne tür yeni teşvik getirdiğine ve dünyanın neye gereksinim duyduğuna bakmadan önce, kısaca ortak evimizde neler olduğuna değinmek isterim.


18. İnsanlığı etkileyen değişiklikler sürekli hızlanıyor ve gezegenimiz “hızlandırılmış” olarak adlandırabileceğimiz daha hızlı bir hayat ve çalışma ile bütünleşiyor. Her ne kadar değişim, karmaşık sistemin çalışmasının bir parçası da olsa, insan faaliyetleriyle gelişen sürat, biyolojik evrimin yavaş ilerleyişine doğal olarak karşıttır. Dahası bu hızın amaçları ve anlık değişim herkesin yararına ya da insan gelişiminin bütünü ve sürekliliği için gerekli bir hızlanma değildir. Değişim, arzulanan bir şeydir, dünyaya ve insanlığın çoğunun yaşam kalitesine zarar verdiğinde bir endişe kaynağı haline gelir.


19. Gelişime ve insan becerisine gerçek dışı bir güven dönemini takiben toplumun bazı kesimleri artık daha eleştirel yaklaşımları benimsemeye başladı. Gezegenimize olanlar için samimi üzüntünün ve artan endişenin yanı sıra, çevreye duyarlılık ve doğayı koruma ihtiyacı da artmaktadır. Gelin; yüzeysel de olsa, günümüzde sorun yaratan ve artık daha fazla halının altına süpüremeyeceğimiz bu sorulara bir bakalım. Amacımız bir yığın bilgi vermek ya da merakları tatmin etmek değil, kendi kişisel acılarımızın içinde dünyaya neler olduğunu acıyla fark edip bizlerin bu konuda neler yapabileceğini keşfetmek üzere çalışmayı sağlamaktır.


I. KİRLİLİK VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ


Kirlilik, atık ve çöpe atma kültürü

20. Kirliliğin bazı biçimleri, insanların günlük deneyiminin bir parçasıdır. Atmosferik kirleticilere maruz kalmak geniş ölçüde sağlık sorunlarına yol açar; özellikle yoksullarda, milyonlarca ölümle sonuçlanan erken doğuma neden olur. Örneğin insanlar, yemek yapmak ya da ısınmak için kullanılan yakıtlardan yüksek seviyede duman soludukları için, hasta olurlar. Herkesi etkileyen kirlilik türleri de bulunuyor, taşıma araçları, endüstriyel dumanlar, toprak ve suyun asitlenmesine neden olan kimyasallar, gübreler, böcek ilaçları, mantar ilaçları, bitki ilaçları ve tarımsal zehirler vb. iş dünyasının çıkarlarıyla bağlantılı olarak teknoloji bu sorunları çözmek için tek yol gibi gösteriliyor. Oysa varlıklar arasındaki gizemli bağlantı ağını görmekte yetersiz kalınıyor ve kimi zaman bir problemi çözerken başka sorunların ortaya çıkıyor.


21. Farklı alanlardaki tehlikeli atıkların da içinde bulunduğu kalıntıların ortaya çıkardığı kirliliğin de hesaba katılması gerekir. Her yıl evlerden, işyerlerinden, inşaatlardan ve yıkım alanlarından, tıbbi, elektronik ve endüstriyel ortamlardan biyolojik olarak indirgenemeyen, yüksek derecede toksik ve radyoaktif yüz milyonlarca ton atık ortaya çıkıyor. Yuvamız olan dünya, giderek daha da fazla sonsuz bir pislik yığını haline dönüşüyor. Gezegenin pek çok yerinde yaşlılar, eski harika toprakların çöp yığınlarıyla dolduğunu gördükçe ağıt yakıyorlar. Endüstriyel atıklar ve şehirlerde kullanılan kimyasal ürünler tarımsal alanlar, bu yerlerde toksin seviyesi düşük bile olsa yerel nüfuslardaki organizmalarda biyolojik birikime neden olmaktadır. Genellikle insanların sağlığı geri dönülmez biçimde etkilenmeden önce önlem alınmıyor.


22.Bu sorunlar, nesneleri çabucak çöpe atarak değersizleştirmek olan atma kültürü ile yakından bağlantılıdır. Bir örnekle açıklarsam, üretilen kâğıdın büyük kısmı geri dönüştürülmeden çöpe atılıyor. Doğal ekosistemin örnek bir şekilde çalıştığını kabul etmek bize zor geliyor: Bitkiler, ot oburları beslemek için besinleri sentezliyor, ot oburlar etoburlar için besin teşkil ediyor; bunların ürettiği önemli miktarda organik atık yeni bitkilerin büyümesi için kaynak oluşturuyor. Fakat bizim endüstriyel sistemimiz üretim ve tüketim döngüsünün sonunda atıkları ve yan ürünleri devralmak ve tekrar kullanmak için bir kapasite geliştirmiş değil. Henüz, yenilenmeyen kaynakları mümkün olduğunca azaltırken, onların tüketimini makul seviyeye indirerek en yüksek verimle tekrar kullanım ve geri dönüşümü sağlayan günümüz ve gelecekteki nesiller için kaynakları koruyabilecek kapasitede üretim döngüsü modelini benimsemeyi henüz başarmış değiliz. Bu konunun ciddi bir şekilde düşünülesi tüm gezegeni etkileyen atma kültürü ile başa çıkmak için tek yol olacaktır, fakat bu konuda sadece sınırlı bir ilerleme olduğunu da söylemek gerekir.


Herkesin iyiliği için iklim

23. İklim, herkese ait olan ve herkesin yararına olan ortak bir şeydir. Küresel seviyede insan yaşamı için pek çok temel koşula bağlı karmaşık bir sistemdir. Son derece emin bir şekilde bilimsel çevrelerin ortak görüşü, hâlihazırda iklim sisteminde bir ısınmaya tanık olduğumuz yönündedir. Önümüzdeki on yıllar içinde ısınmaya deniz seviyesindeki yükselmeler de eşlik edecek, bu hava durumunda aşırı değişikliklerle birlikte ortaya çıkacak, bunlar bilimsel olarak belirlenebilse bile her bir fenomenin önceden bilinmesi mümkün olmayacak. İnsanlık, ürettiği bu durumu başladığı üretim ve tüketimden oluşan bu yaşam biçimini değiştirmesi gerektiğini en azından azaltması gerektiğini anlamaya çağrılmaktadır. Elbette durumu etkileyen başka unsurlar da bulunuyor (volkanik faaliyetler, dünyanın yörünge ekseninde değişiklikler, güneşin dönüşü vs gibi), Bazı bilim adamlarının çalışmaları mevcut on yıllardaki küresel ısınmanın büyük kısmının sera gazlarının yüksek konsantrasyonuna (Karbondioksit, metan, azotoksitler vd.) bağlı olarak arttığını, bunun insan faaliyetlerinin sonuncundan ayrı tutulması gerektiğini belirtmektedir. Bu gazların atmosferde yoğunlaşması sıcak güneş ışınlarının yerküre tarafından yansıtılarak uzayda dağılmasına engel olmaktadır. Bu sorun, dünyanın enerji sisteminin merkezinde olan fosil yakıtların etkin kullanımına bağlı olarak geliştirilen bu model yüzünden giderek kötüleşmektedir. Başka bir neden de, tarım amacıyla toprak kullanımında yapılan değişiklikler, özellikle ormanların tahribi olarak belirlenmiştir.


24. Isınma karbon döngüsünü de etkilemektedir. Durumu daha da kötüleştiren bir kısır döngü ortaya çıkarmaktadır. İçme suları, enerji ve sıcak bölgelerde tarımsal üretimin temel kaynaklara erişimini etkileyerek gezegenin biyoçeşitliliğinin bir parçasının neslinin tükenmesine neden olmaktadır. Kutuplardaki buzların erimesi ve yükseklerde ovaların tehlikeli ölçüde metan gazı salınımı, donmuş organik yapıların bozunumu sırasında karbondioksit emisyonunu daha da artırabilmektedir. Tropikal ormanlar, iklim değişikliğini azaltmaya yardımcı olabilecekken, onların da azalmasıyla işler kötüye gitmektedir. Karbondioksit kirliliği okyanusların asit oranını artırırken deniz ürünleri zincirinde de niteliğin düşmesine neden olmaktadır. Mevcut eğilim devam ettiği takdirde bu yüzyıl sıra dışı bir iklim değişikliğine tanık olacak ve ekosistemdeki öngörülemez yıkım hepimiz için ciddi sonuçlar doğuracak. Örneğin, eğer dünya nüfusunun dörtte birinin kıyılarda ya da denize yakın yerlerde yaşadığını ve büyük kentlerin çoğunluğunun kıyılarda kurulmuş olduğunu düşünürsek, deniz seviyesindeki yükselme çok ciddi sonuçlar getirebilir.


25. İklim değişikliği, derin etkileri olan küresel bir sorundur: Çevresel, toplumsal, ekonomik, politik ve malların dağılımı konusunda. Günümüzde insanlığın yüzleştiği temel mücadelelerden biridir. Önümüzdeki on yıllarda en kötü etkisi, gelişmekte olan ülkelerde hissedilebilecektir. Dışarıda yaşayan pek çok yoksul ısınmayla ilgili sorunlardan etkilenecek ve onların yaşamlarını sürdürmeleri büyük ölçekte tarım, balıkçılık, ormancılık gibi doğal kaynaklar ve ekosistemin hizmetlerine bağlıdır. Onları iklim değişikliğine ya da doğal afetlere uyum göstermelerini sağlayacak başka finansal faaliyetleri ya da kaynakları bulunmamaktadır ve onların toplumsal hizmetlere erişimi ve korunma olanakları da çok sınırlıdır. Örneğin, hayvan ve bitkilerin uyum sağlayamadığı iklim değişikliği onların neslinde azalmaya neden olur; bu onlardan geçim sağlayan yoksulların yaşamını etkiler, böylece evlerini terk etmek zorunda kalırlar, gelecekleri ve çocukları artık büyük bir belirsizliğin içindedir. Çevresel yoksunlaşmanın etkisiyle artan yoksulluktan kaçmaya çalışan göçmenlerin sayısında trajik bir artış görülüyor. Onlar, uluslararası anlaşmalara göre göçmen olarak kabul edilmiyorlar; arkalarında bıraktıkları yaşamın kaybını taşıyarak herhangi bir yasal korumanın ya da benzer bir güvencenin varlığından yararlanmadan yaşıyorlar. Ne yazık ki tüm yeryüzünde karşımıza çıkan bu tür acılara karşı yaygın bir umursamazlık bulunuyor. Kendi erkek ve kız kardeşlerimizi de içine alan bu trajedilere tepki vermekteki ihmalciliğimiz, sivil toplumu oluşturan dostlarımız olan bu insanlara karşı sorumluluk duygumuzu yitirdiğimizi gösteriyor.


26. Kaynakların, ekonomik ya da politik gücün çoğunu elinde tutanların büyük bir kısmı sorunları gizlemekle ya da belirtilerini örtbas etmekle, basit bir şekilde iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin bazılarını azaltmak için çaba göstermekle ilgileniyor gibiler. Bununla birlikte, eğer mevcut üretim ve tüketim modelini sürdürmeye devam edersek, belirtilere göre bu etkiler artmaya devam edecek. Önümüzdeki birkaç yıl içinde karbondioksit ve diğer yüksek ölçekte kirlilik yaratan gazların salınımını önemli biçimde azaltacak politikaların örneğin, fosil yakıtların ikame edilmesi ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı gibi çözümlerin geliştirilmesi için acil ihtiyaç bulunmaktadır. Temiz ve yenilenebilir enerjiye erişim dünya çapında yetersizdir. Halen yeterli depolama teknolojilerinin geliştirilmesine ihtiyaç duyuluyor. Her ne kadar önemli bir orana erişememiş olsalar da bazı ülkeler dikkate değer gelişme göstermiş bulunuyor. Yatırım, binaların yapımı ve yenilenmesinde enerji verimini artırmak yoluyla olduğu kadar, üretim ve nakliye konusunda daha az enerji tüketimi ve daha az hammadde kullanımı yoluyla da yapılmaktadır. Fakat bu güzel uygulamalar halen yaygınlaşmaktan çok uzaktır.


II. SU SORUNU


27. Mevcut durumun bir başka göstergesi de doğal kaynakların tükenmesi ile ilişkilidir. İsraf ve atma alışkanlığının görülmedik seviyelere ulaştığı gelişmiş ülkeler ve toplumun daha müreffeh kesimlerindeki tüketimin mevcut durumunu sürdürmenin daha fazla mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Gezegenin sömürülmesi çoktan kabul edilebilir sınırı aştı ve halen yoksulluk sorununa bir çözüm bulunabilmiş değil.


28. Temiz içme suyu birincil önem taşıyan bir sorundur, çünkü insan yaşamı ve topraktaki ve sudaki ekosistemin sürdürülebilirliği için kaçınılmaz şekilde önemlidir. Temiz içme suyu kaynakları sağlık bakımı, tarım ve endüstri için gereklidir. Su kaynakları bir derece tükenmez olarak görüldü, fakat artık pek çok yerde uzun ve kısa dönemde dramatik bir şekilde talep sürdürülebilir tedarik miktarını aşmaktadır. Önemli miktarda su tedarikine bağımlı olan büyük şehirler, su kesintileri yaşıyorlar ve bu önemli zamanlarda yeterli gözetim ve tarafsızlıkla yönetilmiyorlar. Su kıtlığı, nüfusun önemli bölümünün güvenli içme suyuna erişemediği ya da tarım üretimini engelleyen kuraklık yaşadığı Afrika’yı etkiliyor. Bazı ülkeler sulak arazilerle doluyken, bazılarında sürekli susuzluk mevcuttur.


29. Özellikle ciddi bir başka problem de yoksulların erişebildiği suyun kalitesidir. Her gün gerek mikroorganizmaların bulaştırdığı gerekse kimyasal kalıntılar yüzünden suyla bulaşan hastalıkların neden olduğu ölümler yaşanıyor. Dizanteri ve kolera, yetersiz su ve hijyen eksikliğine bağlı çocuk ölümlerinin en önemli sebeplerini oluşturmaktadır. Pek çok yerde yer altı su kaynakları, özellikle yeterli düzenleme ve kontrolün olmadığı ülkelerde madencilik, tarım ve endüstriyel faaliyetler nedeniyle kirlenme tehdidi altındadır. Bu sadece endüstriyel atık sorunu değildir. Deterjanlar ve kimyasal ürünler, dünyanın pek çok yerinde kullanılıyorlar ve sürekli olarak nehirlere, göllere ve denizlere dökülüyorlar.


30. Temiz içme sularının kullanılabilirliği giderek azalırken, bazı yerlerde de kıtlığa rağmen su kaynaklarının özelleştirilmesi ve pazar yasalarına konu olacak şekilde metalaştırılması eğilimi görülmektedir. Güvenli içilebilir suya erişmek, insanın yaşaması için gereken temel bir unsur olduğundan temel ve evrensel bir insan hakkıdır ve dahası diğer insan haklarının uygulanabilmesi için de bir koşuldur. Dünyamızın, içme suyuna erişim imkânı olmayan, bu nedenle de yadsınamaz haysiyetleri ve yaşamlarını sürdürme haklarını inkâr ettiği için bu yoksul insanlara çok büyük bir borcu var. Bu borç kısmen, yoksullar arasında temiz su ve sağlık hizmeti sunulması için fonların artmasıyla ödenebilir. Fakat su devamlı israf ediliyor. Sadece gelişmiş ülkelerde değil, suya bolca sahip olan gelişmekte olan ülkelerde de. Bu da su sorununun kısmen eğitim ve kültürle ilgili bir sorun olduğunu gösteriyor, çünkü büyük eşitsizlik bağlamında bu tür davranışların öneine dair çok az bir farkındalık mevcut.


31. Daha fazla su kıtlığı, gıda ve su kullanımına bağlı çeşitli ürünlerin maliyetinde artışa neden olacaktır. Bazı çalışmalar, eğer acilen gerekli adımlar atılmazsa önümüzdeki birkaç on yıl içinde ani su kesintilerinin yaşanacağı konusunda uyarıda bulunuyor. Çevresel yan etkiler milyarlarca insanı etkileyebilir; suyun büyük çokuluslu şirketler tarafından kontrolünün bu yüzyılda ana çatışma kaynağı olabileceği gayet anlaşılabilir bir durumdur.23


III. BİYOÇEŞİTLİLİKTE AZALMA


32. Yeryüzünün kaynakları, ekonomi, ticaret ve üretime kısa vadeli yaklaşımlar yüzünden yağmalanmaya devam ediyor. Ormanların ve ağaçlık alanların kaybı, sadece gıda için değil fakat hastalıkların tedavisi ve diğer konuları için gelecekte önemli kaynak olmayı sürdürebilecek türlerin de kaybına neden olmaktadır. Farklı türlerin içerdiği genler, yıllar içinde insan ihtiyaçları ve çevre sorunlarının düzenlenmesi için anahtar olabilir.


33.Farklı türlerin, kendi içlerinde bir değerleri olduğu gerçeğini görmezden gelirken onları sadece sömürülecek potansiyel “kaynaklar” olarak görmek yeterli değildir. Her yıl asla bilemeyeceğimiz, çocuklarımızın asla göremeyeceği, çünkü sonsuza dek yok olmuş olacak olan binlerce bitki ve hayvan türü ortadan kalkıyor. Bunların büyük çoğunluğu insanların faaliyetleriyle ilişkili nedenlerden dolayı yok oluyor. Bizim yüzümüzden binlerce tür artık Tanrı’yı yüceltemeyecek ya da onun mesajını bize iletemeyecek. Bunu yapmaya hakkımız yok.


34. Memeli hayvanların ya da kuşların neslinin tükendiğini öğrenmek bizi daha fazla rahatsız edebilir, çünkü onları görebiliyoruz. Fakat ekosistemlerin iyi bir şekilde işlemesi mantarlar, algler, solucanlar, böcekler, sürüngenler ve sayılamayacak çeşitlilikte mikroorganizmaların varlığına gerek duyar. Bazı az sayıda tür, genellikle görülemeyenler, dengenin korunmasında belli bir şekilde önemli bir rol oynar. İnsan türü, geosistem kritik bir duruma eriştiğinde müdahale etmelidir. Fakat günümüzde, doğada bu tür müdahaleler giderek daha da sıklaşmaktadır. Bunun bir sonucu olarak, daha fazla müdahale gerektiren ciddi problemler ortaya çıkmakta; insan faaliyetleri beraberinde taşıdığı risklerle her yerde boy göstermektedir. Genellikle kötü bir döngüyle sonuçlanmaktadır, insan sorunu çözmek için müdahale ederken, durumu kötüleştiren daha başka sorunlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yapay tarım ilaçları nedeniyle pek çok kuş ve böcek ortadan kalkmaktadır; onların ortadan kalkması bazı yeni tekniklerle telafi edilmelidir ve bunlar daha zararlı olabilirler. Bilim adamları ve mühendislerin insanın yarattığı sorunlara çözüm bulmaya adanmış övgüye değer çabaları için şükretmeliyiz. Fakat gerçekçi bir şekilde dünyamıza bakınca, insan müdahalesinin derecesi, genellikle iş çevreleri ve tüketimin hizmetinde gibi görünüyor ve teknolojik gelişme ve tüketim ürünleri sınırsızca artarken, bu dünyamızı daha az zengin ve daha az güzel yapıyor, daha sınırlı ve daha gri bir dünyaya dönüştürüyor. Sanki kendi yarattığımız bir şeylerle, yerini başka bir şeyin alamayacağı, telafi edilemez güzellikleri telafi edeceğimizi sanıyor gibi görünüyoruz.


35. Bir projenin çevreye etkisi değerlendirilirken, toprak, su ve havaya yapacağı etki için endişe gösteriliyor, biyoçeşitlilik, az öneme sahip türlerin, hayvanların ve bitkilerin azalması için çok az dikkatli çalışma yapılıyor. Otoyollar, yeni tarım alanları, belli bölgelerin etrafını kapatan çit ya da duvarlar, su kaynakları üzerine yapılan barajlar ve benzeri gelişmeler, doğal yerleşim yerlerinin kalabalıklaşması, hayvan nüfusunun göçünü ya da özgürce dolaşmasını zaman içinde bir şekilde bozuyor. Bunun sonucunda bazı türler nesillerinin tükenmesi durumu ile yüzleşiyorlar. Bu projelerin etkilerini en azından azaltacak alternatifler mevcuttur, biyolojik koridorların açılması gibi, fakat böyle bir endişe ve öngörüyü çok az ülke gösteriyor. Sık sık belli türler ticari olarak tüketiliyor, onların tüketimi ve ekosistemin dengesindeki bozulmanın önlemek üzere tekrar üretim modelleri üzerine çalışmalara çok az önem veriliyor.


36. Ekosistemin korunması uzak görüşlü olmayı gerektirir, çünkü onların korunmasını isteyen hiç kimse çabuk ve kolay bir karlılık arayışında değildir. Fakat bu tür bencilce kaygı eksikliği nedeniyle ortaya çıkan hasarın maliyeti elde edilebilecek ekonomik faydadan kat kat daha büyüktür. Değeri ölçülemeyecek kadar büyük belli türler ciddi bir şekilde hasar görüyor ya da yok oluyor. Şimdi ve gelecekte çevresel yıkımın son derece yüksek bedelini ödeyerek insanlığın huzurunu sağlamakla önemli bir yarar sağlayabileceğimizi düşünüyorsak, korkunç bir adaletsizliğin sessiz tanıkları olabiliriz.


37. Bazı ülkeler, insanların bölge özelliklerini dönüştürebilecek ya da orijinal yapısını değiştirebilecek müdahalesini yasaklamak amacıyla karada ve okyanusta, koruma alanları kurma konusunda önemli bir ilerleme göstermiştir. Biyoçeşitliliğin korunmasında uzmanlar, tür ve endemik açıdan çok ya da az korunmuş türlerin zengin olduğu bölgelerde gösterilmesi gereken özel dikkati amaçlamaktadırlar. Belli bölgeler daha fazla koruma gerektirmektedir, çünkü küresel ekosistem için çok büyük öneme sahiptirler ya da önemli su kaynakları barındırmakta ve bu da diğer yaşam türleri için güvence sunmaktadır.


38. Burada, örneğin gezegenimizin zengin biyoçeşitliliğe sahip akciğerleri olan Amazon ve Kongo havzasını ya da büyük yer altı su kaynaklarını barındıran kayaları ve buzulları anmak istiyorum. Bunların tüm yeryüzü ve insanlığın geleceği için ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Tropikal ormanların ekosistemleri, değerini tam olarak bilmenin mümkün olmadığı son derece karmaşık ve geniş bir biyoçeşitliliğe sahiptir ve bu ormanlar yandığında ya da tarım amacıyla azaltıldığında birkaç yıl içinde sayısız tür ortadan kalkmakta ve bu alanlar sıklıkla kurak bozkırlar haline gelmektedir. Bu yerler hakkında konuştuğumuzda, onları korumak kisvesi altında tek tek ulusların hâkimiyetini baltalayabilecek büyük küresel ekonomik çıkarları göz ardı edemeyeceğimiz için hassas bir denge korunmalıdır. Aslında “sadece ulusal sınırları aşan şirketlerin ekonomik çıkarlarına hizmet eden ve Amazonların uluslararası bir yer olmasını içeren bir öneri”24 mevcuttur. Uluslararası kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin, sahte yerel ve uluslararası çıkarlara teslim olmadan bu konuya toplumun dikkatini çektikleri ve eleştirel işbirliği sağladıkları, yasal yoldan baskı uyguladıkları, her hükümetin ülkelerinin çevresini ve doğal kaynaklarını korumak için haklı ve inkâr edilemez sorumluluklarını taşıdığından emin oldukları için övmeyi de unutmamamız gerekir.


39. El değmemiş ormanların, belli bir amaca yönelik genellikle tek türden ibaret ağaç yetiştirme alanlarına dönüşmesi sık sık yeterli şekilde analiz edilmektedir. Fakat yeni türlerin yerleşmesine imkân vermeyen bu biyoçeşitlilik ciddi bir şekilde tehlikeye atabilir. Benzer şekilde, sulak alanlar tarım alanlarına dönüştürülerek eskiden ev sahipliği yaptıkları çok büyük biyoçeşitliliği kaybettiler. Bazı kıyı bölgelerinde ekosistemlerin mangrov bataklıkları yüzünden ortadan kaldırılıyor olması ciddi bir endişe kaynağıdır.


40. Okyanuslar sadece gezegenimize su sağlayan geniş bir su kütlesinden ibaret değildir, pek çoğundan halen haberdar olmadığımız ve çeşitli nedenlerle tehdit altında olan büyük çeşitlilikteki yaşayan yaratıkların da yaşadığı bir yerdir. Dünya nüfusunun büyük kısmını besleyen, nehirler, göller, denizler ve okyanuslardaki su yaşamı belli türlerin ciddi bir şekilde tükenmesine neden olan kontrolsüz avlanmadan etkilenmektedir. Topladığından fazlasını atan seçici balıkçılık, hızını kesmeden devam ediyor. Görmezden gelme eğiliminde olduğumuz, planktonlar gibi yaşam biçimleri özel olarak tehdit altında olan suda yaşayan organizmalardır ve bizim besin olarak tükettiğimiz türlerin beslenmesi için okyanus besin zinciri içinde önemli bir yere sahiptirler.


41. Tropikal ve subtropikal denizlerde aralarında balıklar, yengeçler, yumuşakçalar, sünger ve alglerin de bulunduğu yaklaşık bir milyon türe barınak sağladığı için kuru arazideki büyük ormanlara benzetebileceğimiz mercan resifleri bulunur. Dünyanın pek çok mercan resifi, kısır ya da sürekli bir azalma içindedir. “Denizaltının harika dünyasını kim renkten ve yaşamdan yoksun mezarlıklara çevirdi?”25 Bu olgu, ormanların yok olması, tarımın tekkültürleşmesi, endüstriyel atıklar ve siyanid ve dinamit kullanılarak yapılan yok edici balıkçılık yöntemlerinin sonucu olarak denize ulaşan kirliliğin artmasına bağlı olarak ortaya çıkmış bulunuyor. Okyanus suyu sıcaklığının artması ile bu durum ağırlaşmış bulunuyor. T&uumuuml;m bunlar doğaya her müdahalenin hemen bir belirti vermese de bir sonucunun olduğunu ve kaynakların sömürülmesinin sonunda okyanus yataklarına kadar uzanan bozunmanın pahalı bir maliyeti olduğu kesindir.


42. Ekosistemin işleyişini tam olarak anlamak ve çevrede önemli değişimlerle birlikte farklı değişkenleri yeterinde analiz edebilmeye yardımcı olması için daha büyük yatırımların yapılması gerekmektedir. Tüm yaratıklar birbirine bağlı olduğu için, her biri sevgi ve saygı ile büyümelidir, çünkü hepimiz bir diğerine bağlı olarak yaşayan yaratıklarız. Her alan bu ailesinin bakımından sorumludur. Bu, barındırdıkları türlerin gelişim programı açısı ve yok olmaya giden türlerin özel korunması için koruma stratejilerini de kapsayan türlerin dikkatli bir envanteri hazırlanması görevini de gerektirmektedir.


IV. İNSAN YAŞAMI KALİTESİNDE VE TOPLUM DÜZENİNDE GERİLEME


43. İnsan denen varlık da bu dünyanın yaratıklarındandır, yaşam ve varolma hakkından hoşnut olarak ve eşsiz bir haysiyetle bu dünyada yer alır. Yani, çevresel yıkım, gelişim modelleri ve atma kültürünün toplum yaşamı üzerindeki etkilerini görmezden gelemeyiz.


44. Günümüzde, örneğin, yaşamanın sadece toksik salınımların sebep olduğu kirlilik yüzünden değil, şehrin kaosu, ulaşımın güçlüğü, görsel ve işitsel kirlilik yüzünden sağlıksız olduğu pek çok şehrin orantısız ve kural tanımadan büyümesi için endişeleniyoruz. Pek çok şehirde aşırı enerji ve su israfının olduğu büyük ve yetersiz binalar bulunuyor. Son dönem yapılarında komşuluk ilişkileri yetersiz olduğu gibi, sıkışıklık kaos ve yeşil alanların azlığı gibi sorunlar bulunuyor. Çimento, asfalt, cam ve metalle kaplanmış olmamız ve doğa ile fiziksel temasımızı koparmamız gerekmiyor.


45. Gerek kırsal gerekse kentsel bölgelerde bazı yerlerin özelleştirilmesi ile insanların bazı güzel yerlere erişimi de sınırlandırılmış bulunuyor. Başka yerlerde, yapay huzur sağlamak üzere dışarıdakilere kapalı “ekolojik” komşuluklar oluşturulmuştur. Sık sık şehirlerde “güvenli” bölge olarak adlandırılan son derece güzel ve dikkatle düzenlenmiş yeşil alanlar buluyoruz, fakat bunlar toplum yaşamının daha gizli yaşanması gereken alanlarda yer almamaktadırlar.


46. Küresel değişimin toplumsal boyutu istihdam, sosyal dışlanma, enerji ve diğer hizmetlerin adil olmayan dağıtım ve tüketimi, sosyal kırılma, şiddetin artması ve sosyal şiddetin yeni türlerinde artış, uyuşturucu ticareti, gençler arasında uyuşturucu kullanımının artması ve kimlik yitimini de kapsar. Bunlar son iki yüzyılın, henüz bütüncül bir ilerleme ve gelişmeye ulaştırmamış olan büyümesinin işaretleridir. Bu işaretlerin bir kısmı aynı zamanda gerçek sosyal düşüşün, bütünleşme ve toplumsal bağlılığın kırılmasının belirtileridir.


47. Dahası, medya ve dijital dünya her yerde hazır olmaya devam ettikçe, onların etkisi insanların bilgece yaşama, derince düşünme ve cömertçe sevmeyi öğrenmelerine engel olacaktır. Bu bağlamda, geçmişin büyük bilgeleri aşırı yüklenen bilginin gürültüsü ve dikkati dağıtması nedeniyle duyulmadan kaybolup gitme yolundadır. Bu medyanın, en derin kültürel zenginlikleri tehdit etmesi için değil fakat insanlığın yeni kültürel gelişimi için bir kaynak haline gelmesi amacıyla çaba harcanması gereklidir. Kendini çözümlemenin insanlar arasında diyalog ve cömert buluşmaların meyvesi olan gerçek bilgelik, sonuçta aşırı yüklenmeye ve bir tür zihinsel kirlilik olan kafa karışıklığına götüren, verilerin sadece toplanması yoluyla gerçekleşmez. Başkalarıyla gerçek ilişkiler diğer insanlar ve doğa ile olanlar yerine beraberinde getirdikleri tüm mücadelelerle birlikte yerini ilişkileri seçme ya da bertaraf etme kaprisi, bunun sonucunda da cihazlar ve göstergelerle ifade edilen icat edilmiş yeni tür bir iletişimin gelişmesi gibi yeni tür internet iletişimleriyle yer değiştirme eğilimi göstermektedir. Günümüzün iletişim araçları bilgilerimizi ve duygularımızı başkalarına aktarmak ve paylaşmak için bize kolaylık sağlamaktadır. Yine de bu iletişim araçları bizi başkalarının acı, korku ve sevinçlerinden ve onların kişisel deneyimlerinin karmaşıklığından uzak tutan bir kalkan görevi de görmektedir. Bu nedenle bu araçların sunduğu heyecan verici olasılıkların yanı sıra kişiler arası ilişkilerin derin ve melankolik şekilde tatmin edicilikten uzak olması ya da yaralayan izolasyon hissinin de artabileceği konusunda endişe duymalıyız.



V. KÜRESEL EŞİTSİZLİK


48.İnsan çevresi ve doğal çevre birlikte bozunuyorlar; insani ve toplumsal yozlaşma ile bağlantılı nedenlere dikkat etmedikçe çevrenin yozlaşmasıyla yeterince mücadele edemeyiz. Aslında çevrenin ve toplumun bozunması en çok gezegendeki savunmasız insanları etkilemektedir: “Hem günlük yaşananlar hem de bilimsel araştırmalar çevreye tüm saldırıların en derin etkilerinin yoksulların yaşamlarını zorlaştırdığını göstermektedir.”26 Örneğin, balıkçılık rezervlerinin azalması özellikle bu kaynakların yerine koyabilecek başka hiçbir şeyi olmayan küçük balıkçı toplumlarına zarar vermektedir. Su kirlenmesi özellikle şişelenmiş su alamayan yoksulları etkilemektedir; ve deniz seviyesindeki yükselme temel olarak gidecek başka yeri olmayan yoksul kıyı halklarını etkilemektedir. Mevcut dengesizliğin etkisi, kaynak sıkıntısının ve küresel ajandalarda yetersiz yer verilen diğer sayısız sorunlarda yol açtığı çatışmalarda yoksullar arasındaki erken ölümlerde görülüyor. 27


49. Burada belirtmek isterim ki genellikle dışlanmış olan kişileri (marjinalleri) özellikle etkileyen sorunlar için açık bir farkındalık bulunmamaktadır. Oysa onlar milyarlarca kişilik gezegen nüfusu içinde çoğunluğu oluşturmaktadırlar. Günümüzde, onların sorunları uluslararası ekonomik ve politik görüşmelerde ele alınmaktadır, fakat genellikle bir etiket gibi, bir yükümlülük ya da çevresel bir konu olarak eklenmesi gereken bir durum gibi öyle değilse de yanal bir hasar gibi kabul ediliyor görünmektedir. Aslında somut her şey yapıldığında, onlar en sona kalmaktadırlar. Bu daha çok, çalışanların, kanaat önderlerinin

İletişim araçlarının ve güç odaklarının onlardan uzakta, şehirlerde izole bir şekilde yaşaması ve onların sorunlarıyla doğrudan temas içinde olmamasından kaynaklanmaktadır. Onlar, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun erişebileceğinin ötesinde gelişimin üst seviyesinde rahat bir konumda ve yaşam kalitesinde yaşıyor ve düşünüyorlar. Fiziksel temas ve karşılaşmanın ihmal edilmesi kimi zaman şehirlerimizin bölünmesini teşvik ederek gerçeğin bir kısmının görmezden gelinmesiyle vicdanların uyuşturulmasına ve taraflı analizlere götürebilir. Kimi zaman bu “yeşil” bir söylev ile birlikte yan yana ifade edilebilir. Bununla birlikte günümüzde gerçek ekolojik yaklaşımın sosyal yaklaşımla birlikte olması gerektiğinin farkına varmamız gerekse de, adalet sorununun da çevre tartışmalarına dahil edilmesi gerekmektedir, böylece hem yeryüzünün hem de yoksulların ağlayışını duymak mümkün olacaktır.


50. Yoksulların sorunlarını çözmek ve dünya nasıl daha farklı bir yer olabilir diye düşünmektense bazıları doğum oranını azaltmayı teklif edebilir. Zaman zaman gelişmekte olan ülkeler ekonomik yardımla birlikte bazı politikaların “üreme sağlığı” nı da içermesi ile uluslararası baskı ile karşı karşıya kalabiliyor. Evet, “nüfusun ve uygun kaynakların eşitsiz dağılımı gelişme ve çevre kullanımının sürekliliği için engeller oluşturmaktadır, fakat yine de demografik büyümenin bütünsel ve paylaşımsal gelişme ile tamamen uyumu olduğu kabul edilmelidir. 28 Bazı kesimlerin aşırı ve seçici tüketimlerini kınamak yerine nüfus artışını kınamak sorunla yüzleşmeyi reddetmenin başka bir yoludur. Bu, azınlığın asla evrenselleştirilemeyecek şekilde tüketme hakkına sahip olduğuna inandığı, bu yüzden gezegenin bu tür tüketimin atık ürünlerini bile içine alamayacağı mevcut dağıtım düzenini meşrulaştırma girişimidir. Bunun yanında, tüm gıda ürünlerinin yaklaşık üçte biri çöpe atılmaktadır ve “gıdalar çöpe atıldığında bu yoksulun sofrasından çalınmış gibidir”.29 Halen hem ulusal hem küresel ölçekte nüfus yoğunluğundaki dengesizliğe özel dikkat gösterilmesi gerekiyor, çünkü tüketimdeki bir artış, çevre kirliliği, nakliye, atık işleme, kaynakların yok olması ve yaşam kalitesi ile bağlantılı problemler arasında ortaya çıkan sonuçlar gibi karmaşık bölgesel sorunlara yol açabilir.


51. Eşitsizlik sadece bireyleri değil, tüm ülkeleri etkilemektedir; bu bizi uluslararası ilişkilerin etik değerlerine dikkat etmeye zorlamaktadır. Özellikle küresel kuzey ile küresel güney arasında ticari dengesizlikle bağlantılı ve uzun zaman periyodları boyunca belli ülkeler tarafından doğal kaynakların orantısız kullanımı yüzünden ortaya çıkmış ve çevreyi etkileyen gerçek “ekolojik bir borç” bulunmaktadır. Endüstrileşmiş kuzeydeki pazarları beslemek için hammaddelerin ithali bölgesel hasarlara sebep olmuştur, örneğin, altın madenlerinin cıva kirliliğine yol açması, bakır madenlerini kükürtdioksit kirlenmesine yol açması gibi. İki yüzyıldır birikmekte olan ve hâlihazırda dünyadaki tüm ülkeleri etkileyen bir durum ortaya çıkaran gaz kalıntılarının toplanması için dünya çapında çevre alanının kullanımının hesaplanması gerekmektedir. Bazı zengin ülkelerin aşırı tüketiminin neden olduğu ısınma dünyanın en yoksul bölgelerinde, özelikle sıcaklığın yükselmesi ile birlikte tarım alanlarının yok olmasına neden olan kuraklığın görüldüğü Afrika’da etkili olmaktadır. Katı atıkların ve toksik sıvıların gelişmekte olan ülkelere ihracı ve az gelişmiş ülkelerde faaliyet gösteren ve sermayelerini artırdıkları kendi vatanlarında asla yapamayacakları şekilde ürettikleri kirlilik nedeniyle ortaya çıkan hasarlar da bulunuyor: “Genellikle bu şekilde faaliyet gösteren kurumların çok uluslu şirketler olduğunu burada belirtmek gerekiyor. Burada yaptıklarını asla gelişmiş ülkelerde, birinci dünya ülkesi diye adlandırılan ülkelerde yapamazlardı. Genellikle faaliyetlerini azaltıp çekildikten sonra arkalarında işsizlik, terkedilmiş kasabalar, doğal kaynakların tükenmesi, ormanların azalması, tarım ve yerel hayvancılıkta gerileme, açık kuyular, yıkılmış tepeler, kirli nehirler ve artık daha fazla desteklenmeyecek olan bir avuç sosyal çalışma gibi büyük insani ve çevresel sorumluluklar bırakırlar”.30


52. Yoksul ülkelerin başka ülkelere olan borçları da onları kontrol etmenin başka bir yöntemidir, ekolojik borçlanmanın henüz dikkate alınmadığı bir durumdur bu. Başka bir deyişle, en önemli biyosfer rezervlerinin bulunduğu gelişmekte olan ülkeler, kendi varlıkları ve gelecekleri fiyatına daha zengin ülkelerin gelişmesi için yakıt vermeyi sürdürmektedir. Güneydeki verimli ve daha az kirlenmiş yoksul ülkelerin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için varlıklarına ve kaynaklarına erişimleri yapısal olarak ters olan ticari ilişkiler ve mülkiyet sistemi ile kısıtlanmıştır. Gelişmiş ülkeler, yenilenemeyen enerji tüketimlerini belirgin ölçüde sınırlayarak ve sürdürülebilir gelişme programları ve destek politikaları ile daha yoksul ülkelere destek çıkarak bu borcu ödemek suretiyle yardım etmelidirler. En yoksul ülke ve bölgeler çevreye verilen hasarı azaltmak için yeni modelleri hayata geçirme konusunda yetersizdir, çünkü gerekli süreçleri geliştirecek araç gereçlere sahip olmadıkları gibi bunların maliyetini karşılamak için de güçleri yoktur. İklim değişikliği hakkında farklılaşmış sorumluların bulunduğunun farkında olmayı sürdürmeliyiz. Birleşik Devletler episkoposlarının söylediği gibi, “daha güçlü çıkarlar tarafından genellikle tartışmalarda mağlup edilen, yoksulların, zayıfların ve savunmasızların ihtiyaçlarına”31 daha fazla dikkat göstermeliyiz. Tek bir insanlık ailesi olduğumuza dair inancın güçlendirilmesi gerekiyor. Politik ya da toplumsal olarak arkasına saklanabileceğimiz engeller ya da sınırlar hele ki küreselleşme ya da kayıtsızlık için ayrı bir oda yok.




VI. ZAYIF TEPKİLER


53. Bu durumlar, başka dersler almamız için ağlayıp yalvaran ve başka şeylerle birlikte dünyamızı terk eden, kız kardeşimiz toprağı etkiliyor. Ortak evimizi son iki yüzyılda olduğu kadar yaralayıp kötü davranmış değiliz. Pederimiz Tanrı’nın araçları olmaya çağrıldığımıza göre onun esenlik, güzellik ve tamlık tasarısına uygun olarak yaratmayı arzuladığı şekilde bir gezegenimiz olmalıdır. Sorun bu krizin karşısına çıkması gereken kültürü hala ihmal ediyor olmamızda yatıyor. Yeni yollarla savaşma yetisinde liderlik etmekte, herkesi gözeterek mevcut ihtiyaçları karşılamakta ve gelecek nesilleri önceden düşünmekte ihmalkâr davranıyoruz. Sınırları açıkça belirleyen ve ekosistemlerin korunmasını temin eden yasal bir çerçevenin çizilmesi kaçınılmazdır; aksi takdirde tekno-ekonomik modellere dayanan yeni güç yapıları sadece politikalarımızı değil özgürlük ve adaleti de ele geçirecek.


54. Uluslararası politik tepkilerin ne kadar zayıf olduğunu görmek çok ilginç. Çevre hakkındaki küresel zirvelerin fiyaskoyla sonuçlanması politikalarımızın teknoloji ve ekonomi ile belirlendiğini açıkça göstermektedir. Pek çok özel ve ekonomik çıkarlar ortak çıkarları alt ediyor ve kendi planları etkilenmesin diye yanlış bilgilendirmeler yaptırıyor. Aparecide Belgesi “yaşam kaynaklarını akıl almaz şekilde tüketen ekonomik çıkar gruplarının doğal kaynakları kullanmaları yaygınlaştırılmamalıdır”32 diyerek bizi uyarıyor. Ekonomi ve teknoloji arasındaki işbirliği, ortak çıkarlarının bittiği yerde biter. Bununla beraber, pek çok kişi bunu yapay bir gündem, insana duyulan sevginin ara sıra yaptığı eylemler ve çevre için endişe izlenimlerinin sonuçsuz çabaları olarak görüyor, toplumda değişikliğin başlatılması için gerçek çabanın olduğu yerde bu çabalar romantik yanılsamaların sıkıntılı desteği ya da atlatılabilir engel olarak kabul ediliyor.

55. Bazı ülkelerde daha etkin kontrollerin geliştirilmesi ve yozlaşma ile mücadele çalışmaları gibi, kademeli şekilde önemli gelişmeler yaşanıyor. İnsanların çevreye karşı duyarlılıklarında artış olabilir, fakat zararlı tüketim alışkanlıklarının azalmaktan çok artar göründüğü şu durumda, ciddi bir değişiklik olmazsa bu bir sonuç veremez. Air condition kullanımındaki ve gücündeki artış bir örnek olarak verilebilir. Satışlardan anında kar eden marketler, daha büyük talepleri teşvik etmektedir. Dünyamıza dışarıdan bakıldığında artık bir öz-yıkım gibi görünen bu tür davranışlar, şaşkınlık yaratmaktadır.


56. Bu arada ekonomik güçler insan haysiyeti ve doğal çevreye olan etkilerin yalnız bırakılması konusunu dikkate almakta hataya düşülen finansal kazanç peşinde koşma ve spekülasyonları üstün tutma eğilimine öncelik veren küresel sistemi haklı çıkarmaya devam etmektedir. Burada çevresel yıkım ve insani ve etik bozulmanın ne kadar yakından bağlantılı olduğunu görüyoruz. Pek çok insan yanlış bir şey yapmayı reddedecektir çünkü dikkati dağınık olan vicdanlarımız, dünyamızın ne kadar sınırlı ve sonlu olduğunu göremeyecek kadar kördür. Sonuç olarak “çevre gibi, kırılgan olan her şey tek kuralı olan ve tanrılaştırılmış pazarların çıkarları karşısında savunmasızdır.”33


57. Belli kaynakların tükenmesi sonucunda, soylu gerekçeler ileri sürülerek de olsa yeni savaş sahnelerinin yaşanacağını söylemek mümkündür. Savaş çevreye ve halkların kültürel zenginliklerine her zaman zarar verir ve nükleer ve biyolojik silahların kullanılması durumunda risk artar. “Uluslararası sözleşmeler tarafından kimyasal, bakteriyolojik ve biyolojik savaş malzemeleri üretimi yasaklanmış olsa da laboratuvarlar doğanın dengesini değiştirme kapasitesine sahip yeni saldırı silahları geliştirmek için çalışmalara devam etmektedirler.”34 Siyasetçiler, yeni çatışmaları ve onlara sebep olabilecek nedenleri belirleyip öngörebilmek için büyük dikkat göstermelidirler. Fakat güçlü finansal çıkarlar bu çabaya karşı büyük direnç göstermektedir ve politik tasarılar vizyon genişliği konusunda ihmalkarlığa düşmektedir. Acilen gerekeni yapmayı ihmal eden olarak hatırlanacağı halde bugün gücü elinde tutmakta ısrar etmeye götüren şey nedir?


58. Bazı ülkelerde çevresel gelişim adına olumlu örnekler görülüyor: onlar ca yıldır kirlenen nehirler temizleniyor, yerel orman alanları yenileniyor, topraklar takdire şayan çevre yenileme projeleriyle güzelleştiriliyor; harika binalar yükseliyor, temiz enerji üretimine ve toplu taşımanın geliştirilmesine öncelik veriliyor. Bu başarılanlar küresel sorunları çözmese de hala olumlu müdahalede bulunabilecek erkek ve kadınların var olduğunu gösteriyor. Tüm kısıtlanmalara rağmen, sevgi için yaratıldığımızdan cömertlik, yardımlaşma ve özen tohumlarını yeşertmeliyiz.


59. Bu arada, kendinden hoşnutluğu ve neşeli kayıtsızlığı güçlendiren, sahte ya da yapay çevreciliğin de gelişmekte olduğuna dikkat çekmek gerekir. Ciddi kararların gerekli olduğu derin kriz dönemlerinde sık sık görüldüğü gibi, olup bitenin tam anlamıyla belirgin olmadığını düşünme eğilimi taşırız. Yapay bir şekilde, kirlenme ve bozunmanın birkaç açık işaretinden ayrı olarak işler çok da ciddi görünmez ve dünya da her zaman olduğu gibi dönmektedir. Bu tür bir kayıtsızlık mevcut üretim ve tüketime dayanan yaşam biçimi ve modelini yerine getirmeye yarayan bir duruma hizmet etmektedir. Bu insanlığın öz-yıkım alışkanlıklarını belirlemek için icat ettiği bir yoldur. Onları görmemeye, bilmemeye çalışır, önemli kararları erteler ve hiçbir şey olmuyormuş gibi davranır.

VII. ÇEŞİTLİ GÖRÜŞLER


60. Son olarak, bu durum ve olası çözümler hakkında ortaya çıkan farklı yaklaşımları ve düşünce zincirlerini bilmeye ihtiyacımız var. Bir uçta inatla ilerleme efsanesini sürdürerek yeni teknolojinin uygulanması ile çevre sorunlarının kendiliğinden çözümleneceğini, etik bir düzenleme ya da köklü bir değişim yapılmasına gerek olmadığını ileri sürenleri buluyoruz. Ve diğer bir uçta da erkek ve kadının ve onların yaptığı her şeyin küresel ekosistemi tehlikeye atan bir tehdit olduğuna inanan ve bu nedenle yeryüzündeki insan sayısının azaltılması ve her tür müdahalenin sınırlandırılması gerektiğine inananlar bulunuyor. Bunlardan hiç biri tek çözüm yolu olmadığından geçerli gelecek senaryoları bu aşırı uçlar arasında bir yerden ortaya çıkacaktır. Bu, olası çözümlerin çeşitliliğini artırır, kapayıcı çözümler geliştirmek için diyalog kurma becerisini geliştirir.


61. Pek çok somut soru için Kilise’nin kesin bir görüş sunmak için bir gerekçesi bulunmuyor; uzmanlar arasında farklı görüşlere saygı gösterirken açık yürekli bir tartışma sürdürülmesi gerektiğinin farkındadır. Fakat, ortak yuvamızın ciddi bir şekilde geri dönülmez olarak tahrip olduğunu görmek için olan bitene ciddi bir şekilde bakmamız gerekiyor. Ümit, daima bir çıkış yolu olduğuna ve adımlarımızı tekrar yönlendirebileceğimize, sorunları çözebileceğimize inanmaya bizi davet ediyor. Halen değişim ve bozunmanın çabuk adımları nedeniyle bir kırılma noktasına erişildiğini; bunların toplumsal hatta finansal krizler kadar büyük ölçekte doğal felaketlerin de kanıtı olduğunu, çünkü dünyanın sorununun izole edilerek çözümlenip açıklanamayacağını görebiliriz. Tüm kıyamet günü kehanetlerinin yanında, yüksek risk taşıyan bölgeler bulunuyor, insan faaliyetlerinin amacı hakkında düşünmeyi durdurduğumuz için çeşitli bakış açılarından mevcut dünya sisteminin sürdürülemez olduğu görülüyor. “Gezegenimizin bölgelerini tarayabilseydik, insanlığın, Tanrı’nın beklentisini hayal kırıklığına uğrattığını anında görebilirdik.” 35


İKİNCİ BÖLÜM


YARATILIŞ İNCİLİ


62. Neden bu belge, inananların inançlarının ele alındığı bir bölümle birlikte iyi niyetli tüm insanlara hitap etmektedir? Politika ve felsefe alanında bir Yaratıcı düşüncesini şiddetle reddeden ya da onu konu ile ilgisiz gören, dolayısıyla dinlerin bütüncül ekoloji ve tüm insanlığın gelişimi için yapabileceği zengin katkıyı mantık dışı görerek reddeden kişiler olduğunun çok iyi farkındayım. Bazıları da dinleri müsamaha gösterilmesi gereken alt kültürler olarak görüyorlar. Bununla beraber, bilim ve din, gerçeği anlamak için gösterdikleri farklı yaklaşımlara rağmen her iki taraf için de verimli olabilecek samimi bir diyaloga girebilirler.


I. İMAN’IN SUNDUĞU IŞIK


63. Ekolojik krizin karmaşıklığını ve onun çoklu sebeplerini göz önünde tutarak, çözümlerin gerçeği tek bir yönde yorumlayıp dönüştürerek elde edilemeyeceğini anlamamız gerekiyor. Farklı halkların çeşitli kültürel zenginliklerine, sanatlarına ve edebiyatlarına, içsel yaşamlarına ve maneviyatlarına saygı gösterilmesi gereklidir. Çevreye verdiğimiz zararı iyileştirebilecek ekolojik beceri geliştirmekle gerçekten ilgileniyorsak, bilimin hiçbir dalını ve bilgeliğin hiçbir türünü ki bu dini ve özellikle ona ait dili de kapsamaktadır hariç tutamayız. Katolik Kilisesi, felsefi düşünce ile diyaloga açıktır; bu onun iman ve akıl arasında çeşitli sentezler yapabilmesine olanak vermektedir. Kilise’nin toplumsal öğretisindeki gelişme toplumsal konular hakkında bu tür bir sentez sağlar; bu öğreti yeni çalışmaları sürdürmek yoluyla zenginleşmiş olarak adlandırılır.


64. Dahası bu Genelge hep birlikte kurtulma yollarını bulabilmek için herkesle diyalogu olumlu karşılarken, başlangıçtan Hristiyanlara ve diğer inananlara doğa ve en savunmasız erkek ve kız kardeşlerimiz için din inancının ne sunduğunu göstermek istiyorum. İnsan olmanın en temel olgusu insanları parçası oldukları çevreye özen göstermeye yöneltiyorsa, buna istinaden Hristiyanlar “yaratılışla ilgili sorumluluklarının ve doğaya ve Yaratıcı’ya karşı görevlerinin, imanlarının temel bir parçası olarak farkındadırlar.”36 Biz inananların, inancımızdan kaynaklanan ekolojik taahhütlerimizi daha iyi bilmemiz insanlık ve tüm dünya için iyi olacaktır.


II. KUTSAL KİTAP ÖYKÜLERİNDEKİ BİLGELİK


65. Yaratılışın tüm teolojisini tekrarlamadan, insan denen varlığın dünya ile ilişkisi hakkında Kutsal Kitap’ta yer alan ana anlatımlara bakabiliriz. Yaratılışla ilgili ilk anlatım, Tanrı’nın insanlığı yaratmasını da anlatan Yaratılış Kitabı’nda yer alır. Erkeği ve kadını yarattıktan sonra, “Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü.” (Yar. 1, 31). Kutsal Kitap her erkek ve her kadının sevgi ile ve Tanrı’nın suretinde, Tanrı’nın benzeyişinde yaratılmış olduğunu öğretir (bk. Yar. 1,26). Bu bize her bir kişideki derin haysiyeti gösterir: “O, sadece bir şey değildir, o bir kişidir. Kendini tanıma kapasitesi, kendi iradesi ve kendini özgürce vererek diğer insanlarla birlik içine girme yetisi bulunur.”37 Aziz II. Jean Paul her bir insan için Yaratıcı’nın özel sevgisini şöyle ifade eder: “insana sonsuz haysiyet bahşeder”38 İnsan haysiyetini savunma taahhüdünü veren bir kişi için bu taahhüdün en derin gerekçesi Hristiyan imanında bulunmaktadır. Her bir insan yaşamının, tamamen şans eseri ya da sonsuza dek ortaya çıkıp duran döngülerin yönettiği bir dünyada ümitsiz bir kaosun içinde başıboş kalmadığını kesin olarak bilmek ne kadar muhteşem! Yaratıcı her birimize şöyle diyebilir: “Ana rahminde sana biçim vermeden önce tanıdım seni.” (Yer. 1,5). Her birimiz Tanrı’nın yüreğinde tasarlandık ve bu nedenle “her birimiz Tanrı’nın düşüncesinin sonucuyuz. Her birimiz istendik, her birimiz sevildik, her birimiz gerekliyiz”. 39


66.Yaratılış Kitabı’nda anlatılan yaratılış, kendi sembolik ve sözel dilinde insan varlığı ve onun tarihsel gerçeği hakkında derin bir öğreti içerir. İnsan yaşamının üç esas ve birbiriyle iç içe geçmiş olan temele oturduğunu anlatır: Tanrı ile, komşuları ile ve yeryüzü ile. Kutsal Kitaba göre bu üç yaşamsal ilişki hem dışa yönelik hem de içe yönelik olarak bizde kırılmıştır. Bu kırık, günahtır. Yaratıcı, insanlık ve insan arasında bir bütün halinde mevcut olan uyum, Tanrı’nın yerini alabileceğimizi sandığımız ve yaratılıştan gelen sınırlarımızı tanımadığımız için bozuldu. Bu, toprağa “bakıp onu işlemek” için (Yar. 2, 15) “hâkim olma”mızı (Yar. 1,28) sağlayan yetkimizi de bozdu. Sonuç olarak insan denen varlıkla doğa arasında başlangıçta var olan uyum bir çatışmaya dönüştü (Yar. 3,17-19). Assissili Aziz Fransua’nın tüm yaratılışla yaşadığı uyumun, bu kırılmanın iyileşiyor olduğu şeklinde görülmesi önemlidir. Aziz Bonaventura, bütün yaratılışla barışmış olması sayesinde, Aziz Fransua’nın bir şekilde orijinal masumiyet durumuna döndüğüne hükmetmiştir.40 Bugün durumumuz son derece farklıdır, günah, savaşlarda tüm yıkıcı gücüyle kendini gösteriyor, şiddet ve taciz çeşitli şekillerde ortaya çıkıyor, en savunmasız olanlar terkediliyor ve doğaya karşı saldırılar sürüyor.


67. Biz Tanrı değiliz. Yeryüzü karşımızda duruyor ve o bize verilmiş durumda. Bu, Yaratılış kitabında anlatılan ve insana “toprağa hâkim olma” (Yar. 1,28) hakkını veren ifade nedeniyle yıkmak ve hükmetmek yapısına sahip insanlığın, doğayı dizginlenemez şekilde yıktığına dair Yahudi- Hristiyan düşüncesine yöneltilen bir suçlamaya cevap verme imkânı sağlıyor. Bu yaklaşım, Kilise’nin anladığı şekilde doğru bir Kutsal Kitap yorumu değildir. Her ne kadar biz Hristiyanların kimi zaman Kutsal Yazıları yanlış yorumlamış olduğu doğru olsa da, Tanrı’nın benzerliğinde yaratıldığımız ve yeryüzü üzerinde hâkimiyet verilmiş olduğu için tüm yaratıklar üzerinde tam bir hâkimiyete sahip olduğumuz yargısından kaynaklanan görüşü şiddetle reddetmeliyiz. Kutsal Kitap metinleri kendi bağlamlarında, uygun yorumlayıcı metodla (hermenötik), bize dünya bahçesinin “toprağını işleyip korumak” (Yar. 2,15) dendiğini bilerek okunmalıdır. “işlemek” kavramı, toprakta bir şeyler yetiştirmek, toprağı sürmek, çalışmak kavramlarına denk gelirken, “bakmak” kavramı ona özen göstermek, korumak, gözetmek ve muhafaza etmek demektir. Bu, insanla doğa arasında karşılıklı sorumluluk ilişkisi demektir. Her bir toplum, yeryüzünün bolluğundan geçimi için alabilir fakat yeryüzünü korumak ve gelecek nesiller için onun verimliliğini temin etmek yükümlülüğü de vardır. “Yeryüzü Rabbindir” (Mez. 24, 1); “yeryüzü ve bütün içindekiler” (Yas. Tek. 10,14) ona aittir. Bu nedenle Tanrı kesin bir sahibiyet belirten her açıklamayı reddeder: “: “’Tarlanız temelli olarak satılamaz. Çünkü bana aittir. Sizse yabancısınız, konuğumsunuz.” (Lev 25, 23).


68. Tanrı’nın yeryüzüne saygı demek, kendisine zekâ bahşedilmiş olan insanın doğa yasalarına ve bu dünyadaki yaratıklar arasında bulunan hassas dengeye saygı göstermesi demektir, çünkü “Çünkü O buyruk verince, var oldular; Bozulmayacak bir kural koyarak, onları sonsuza dek yerlerine oturttu.” (Mez. 148,5b-6). Kutsal Kitap’ta yer alan kanunlar ilişkiler üzerine kurulmuştur, sadece bireyler arasında değil tüm diğer yaşayan varlıklarla da ilişkileri düzenler. “Kardeşinin eşeğini ya da sığırını yolda düşmüş gördüğünde, görmezlikten gelme. Hayvanı ayağa kaldırması için kesinlikle kardeşine yardım edeceksin… Yolda rastlantıyla ağaçta ya da yerde bir kuş yuvası görürseniz, ana kuş yavruların ya da yumurtaların üzerinde oturuyorsa, anayı yavrularıyla birlikte almayacaksınız.” (Yas. 22, 4. 6). Yine bununla aynı doğrultuda, yedinci gün dinlenme sadece insanlar için değil, fakat aynı zamanda “hem öküzün hem eşeğin dinlenmesi” içindir (Çık. 23, 12). Açıkça, Kutsal Kitap’ta diğer yaratıklar için insanmerkezli gaddarca bir yaklaşım yer almamaktadır.


69. Dünyanın iyiliklerini sorumlulukla kullanmak için yükümlülüklerimizle birlikte diğer yaşayan varlıkların da Tanrı’nın gözlerinde kendi öz değerleri olduğunu bilmeye çağrıldık: “sadece varlıklarıyla Tanrı’yı över ve yüceltirler”41 ve gerçekten “Rab yaptıklarıyla sevinir” (Mez.104,31). Eşsiz haysiyetimizin erdemi ve zekâ armağanıyla yaratılışa ve onun doğal yasalarına saygı duymaya çağrıldık; çünkü “Rab dünyanın temelini bilgelikle attı,” (Özd. 3,19). Günümüzde kilise diğer yaratıkların sanki kendilerinin hiçbir değeri yokmuş ve biz onlara istediğimiz gibi davranabilecekmişiz izlenimi veren, diğer yaratıkların insanların iyiliği için tamamen onların altında bulunduğunu söylemez. Alman episkoposlar, diğer yaratıklar hakkında konuşurken “yararlı olmaktan ziyade var olmanın önceliği hakkında konuşabiliriz”42 diye ifade ettiler. Kateşizm, açıkça ve şiddetle saptırılmış insanmerkezciliği eleştirir: “Her bir yaratık kendi özel iyiliği ve kusursuzluğuna sahiptir. .. Çeşitli yaratıkların her biri varlıklarındaki irade ile Tanrı’nın sonsuz bilgeliği ve iyiliğini kendilerine uygun şekilde yansıtırlar. Bu nedenle insan, her türlü yaratığın uygunsuz şekilde kullanılmasına engel olmak için onların özel iyiliğine saygı duymalıdır.”43


70. Habil ve Kayin’in öyküsünde kıskançlığın, Habil’i kardeşine karşı en kötü insafsızlığı yapmaya nasıl sevk ettiğini ve bu davranışla Kayin ve Tanrı arasındaki ve Kayin ile yeryüzü arasındaki ilişkinin onun kovulmasıyla bozulduğunu görüyoruz. Bu Tanrı ve Kayin arasındaki dramatik konuşmada açıkça görülür: “Kardeşin Habil nerede?” Kayin, bilmediğini söyler, Tanrı ısrar eder: “Kardeşin Habil nerede?” Kayin bilmediğini söyleyerek yanıtlar, ve Tanrı tekrar sorar: “Ne yaptın? Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor.”Artık döktüğün kardeş kanını içmek için ağzını açan toprağın laneti altındasın” (Yar. 4, 9-11). Benim sorumlu olduğum, komşularla onların bakım ve özeni için uygun ilişkilerin kurulup geliştirilmesi sorumluluğuna uymamak, benim kendimle, başkalarıyla, Tanrı’yla ve yeryüzü ile ilişkilerimi yıkar. Tüm bu ilişkiler ihmal edildiğinde adalet yeryüzünde artık bulunmadığında Kutsal Kitap bize hayatın kendisinin tükenmekte olduğunu söyler. Bunu, insanlar adalet ve barışın gereklerini tam olarak yerine getirmedikleri için, Tanrı’nın insanlığı ortadan kaldırmakla tehdit ettiği Nuh’un öyküsünde görürüz: “İnsanlığa son vereceğim. Çünkü onlar yüzünden yeryüzü zorbalıkla doldu. Onlarla birlikte yeryüzünü de yok edeceğim” (Yar. 6,13). Bu simgelerle dolu kadim öyküler bugün paylaşmakta olduğumuz bir kanaate tanıklık ediyor. Bunun yanısıra kendi yaşamlarımıza samimiyetle özen göstermek ve doğa ile ilişkilerimizin kardeşlik, adalet ve başkalarına bağlılıkla ayrılmaz bir ilişki içinde olduğunu gösteriyor.


71. “İnsanlığın kötülüğü yeryüzünde arttı” (Yar. 6,5)ve “Rab insanı yarattığı için pişman oldu” (Yar. 6,6), yine de hala dürüst ve adil kalmış bir insan olan Nuh aracılığıyla Tanrı kurtuluş için bir yol açmaya karar verdi. Bu yolla insanlığa yeni bir başlangıç şansı verdi. Tek bir iyi insan ümidi yenilemeye yetti! Kutsal Kitap geleneği, bu yenilenmenin beraberinde toparlanmayı ve Yaratıcı’nın eli ile doğaya nakşedilmiş olan ritme saygıyı da beraberinde getirdiğini açıkça gösterir. Örnek vermek gerekirse, bunu Şabat Günü yasasında görüyoruz. Yedinci günde Tanrı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi. İsrail’e her yedinci günü, dinlenme günü, Şabat günü olarak tutmalarını buyurdu, (bk. Yar. 2, 2-3; Çık. 16,23; 20,10). Bunun gibi, her yedi yılda bir, Şabat Yılı düzenlemesini getirdi, böylece topraklar tamamen dinlenecekti, (bk. Lev 25,1-4), ürün ekmek yasak olduğundan, bir kişi yaşam gereksinimi ve ev halkının ihtiyaçları kadar devşirebilecekti (bk. Lev 25:4-6). Ardından, yedi kez yedinci yılın yani kırk dokuzuncu yılın yedinci haftasında gene bağışlanma ve “ülkede yaşayan herkes için özgürlük” yılı kutlanacaktı (bk. Lev 25:10). Bu yasa, onların başkalarıyla ve üzerinde yaşadıkları ve çalıştıkları toprakla ilişkilerinin dürüstlüğünü ve dengesini sağlamak üzere bir girişim olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda bu, herkese ait meyveleriyle yeryüzünün bir armağan olarak tanınmasıdır. Toprağı işleyen ve koruyanlar, onun meyvelerini özellikle yoksullarla, dullarla, yetimlerle ve aralarında yaşayan yabancılarla paylaşma yükümlülüğü taşırlar: “’Ülkenizdeki ekinleri biçerken tarlanızı sınırlarına kadar biçmeyeceksiniz. Artakalan başakları toplamayacaksınız. Bağbozumunda bağınızı tümüyle devşirmeyecek, yere düşen üzümleri toplamayacaksınız. Onları yoksullara ve yabancılara bırakacaksınız. Tanrınız Rab benim.” (Lev 19, 9-10).


72. Mezmurlar sık sık Yaratıcı Tanrı’yı övmemiz için bizi teşvik ederler: “Yeri sular üzerine yayanı övün, Sevgisi sonsuzdur” (Mez. 136:6). Diğer yaratıkları da bu övgüye katılmaya davet ederler: “Ey güneş, ay, O’na övgüler sunun, Övgüler sunun O’na, ey ışıldayan bütün yıldızlar! Ey göklerin gökleri ve göklerin üstündeki sular, O’na övgüler sunun RAB’bin adına övgüler sunsunlar, Çünkü O buyruk verince, var oldular;” (Mez. 148:3-5). Tanrı’nın her şeye kadir gücü ile sadece varolmakla kalmayız, onunla ve onun yanında yaşarız. O’na tapınma nedenimiz budur.


73. Peygamberlerin yazıları, evreni yaratan mutlak kudretli Tanrı’yı derinlemesine düşünmekle denenme zamanlarında yenilenmiş güç bulmaya bizi davet eder. Yine de Tanrı’nın sonsuz kudreti, onun babacan şefkatinden kaçıp gitmemize izin vermez, çünkü onda sevgi ve sadakat birleşmiş halde bulunur. Aslında her sağlıklı maneviyat, ilahi sevgi ve tapınmayı ve sonsuz gücü nedeniyle Rab’be güvenmeyi birlikte gerektirir. Kutsal Kitap’ta özgür kılan ve kurtaran Tanrı ile evreni yaratan Tanrı aynıdır ve bu iki ilahi davranış biçimi, yakından ve ayrılmaz biçimde bağlanmıştır: “"Ey Egemen Rab! Büyük gücünle, kudretinle yeri göğü yarattın. Yapamayacağın hiçbir şey yok. …. Halkın İsrail’i belirtilerle, şaşılası işlerle, güçlü, kudretli elinle, büyük korku saçarak Mısır’dan çıkardın” (Yer 32, 17, 21). “Ebedi Tanrı, Rab, bütün dünyayı yaratan, ne yorulur ne de zayıflar, O’nun bilgisi kavranamaz. Yorulanı güçlendirir, takati olmayanın kudretini artırır.” (Yşa 40, 28b-29).


74. Babil esareti tecrübesi, Tanrı’da daha derin iman götüren ruhsal bir krizi tetiklemiştir. Artık O’nun yaratan kudreti, içinde bulundukları berbat çıkmazın ortasında tekrar ümitlerini kazandırmak için cesaretlendirmek üzere en yüksek mevkiye yerleştirilmiştir. Bundan yüz yıllar sonra başka bir deneme ve zulüm döneminde Roma İmparatorluğu tam bir egemenlik için baskı kurduğunda imanlılar yine her şeye Kadir Tanrı’ya artan güvenlerinde teselli ve ümit bulacaklardı: “Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrı, Senin işlerin büyük ve şaşılası işlerdir. Senin yolların doğru ve adildir!” (Va. 15,3). Hiçlikten evreni yaratan Tanrı bu dünyaya müdahale edebilir ve her türlü kötülüğün üstesinden gelebilir. Adaletsizlik yenilmez değildir.


75. Tanrı’nın her şeye kadir ve Yaratıcı olduğunu unutan bir maneviyat kabul edilemez. Dünyasal güçlere tapmayı ya da O’nun yarattıklarını ayaklar altında sınırsızca ezme hakkına sahip olduğunu düşünecek kadar kendimizi Tanrı yerine koymaktan vazgeçmeyi böyle bırakabiliriz. Erkeği ve kadını hak ettiği yere tekrar koymanın onların yeryüzünde tam bir egemenlik ilan etmelerini sona erdirmenin en iyi yolu, yaratan ve dünyanın tek sahibi olan Peder figüründen tekrar söz etmekten geçiyor. Aksi durumda insanlık daima kendi yasalarını ve çıkarlarını gerçekliğe uygulamaya devam edecektir.


III. EVRENİN GİZEMİ


76. Yahudi – Hristiyan geleneğinde “yaratılış” sözcüğü, her yaratığın kendi değeri ve önemine sahip olduğu Tanrı’nın sevgi planını da içerdiği için “doğa” sözcüğünden daha geniş anlama sahiptir. Doğa, genellikle üzerinde çalışılabilen, anlaşılabilen ve kontrol edilebilen bir sistem olarak görülürken, yaratılış, Peder’in uzanan elinden herkese bir armağan ve hepimizi evrensel birliğe çağıran sevginin aydınlattığı bir gerçeklik olarak görülür.


77. “Gökler Rab’bin sözüyle yaratıldı.” (Mez. 33, 6). Bu bize, dünyanın bir karar neticesinde ortaya çıktığını, bir kaos ya da şans eseri oluşmadığını gösteriyor, ve bu da onu her şeyin üstüne çıkartıyor. Yaratmak sözcüğü, özgür bir seçimi ifade eder. Evren keyfi bir gücün, bir güç gösterisinin ya da kendini ispatlama arzusunun sonucu olarak ortaya çıkmış değildir. Yaratılış, sevgi buyruğunun bir neticesidir. Tanrı’nın sevgisi, tün yaratılmış varlıklardaki temel hareket gücüdür: “Evet, tüm varlıkları seviyorsun, Yarattığın hiç bir şeyden tiksinmiyorsun, Çünkü, herhangi bir şeyden tiksinseydin, onu yaratmazdın.” (Bil. 11,24). Bu nedenle her yaratık kendisine dünyadaki yerini veren Peder’İn sevgisinin bir nesnesidir. Varlıklardan en küçüğünün uçup giden hayatı bile varlığı birkaç saniye bile sürmüş olsa Tanrı onu sevgisi ile sarmalar. Aziz Basilius Magnus Yaratıcı’yı “ölçüsüz iyilik”44 olarak tanımlar. Dante Alleghieri ise “güneşi ve yıldızları hareket ettiren güç”45 olarak ifade eder. Bunun yanı sıra yaratılmış varlıklardan “Tanrı’nın yüceliğine ve onun sevgisinin merhametine”46 erişebiliriz.


78. Yahudi – Hristiyan düşüncesi doğayı efsanelerinden arındırır. Onun büyüklüğüne ve sonsuzluğuna hayran olmakla birlikte doğayı tanrısal olarak görmez. Böyle yapmakla doğa için insani sorumluluklarımızı daha fazla vurgulamış olur. Doğanın bu tekrar keşfi dünyanın bir parçası olarak onu korumak ve potansiyelini geliştirmek için yeteneklerini geliştirme görevine sahip olan insanlığın özgürlük ve sorumluluğu karşılığında asla olamaz. Doğanın değeri ve kırılganlığı ile birlikte Tanrı’nın bize verdiği yetenekleri bilirsek sınırsız maddi ilerleme efsanesini de arkamızda bırakmak sonunda mümkün olabilir. Tanrı tarafından insana emanet edilmiş kırılgan bir dünya, gücümüzü yönlendirmek, geliştirmek ve sınırlamak için zekâ aracı yoluyla bizimle mücadele ediyor.


79. Açık ve karşılıklı iletişim sistemlerinin şekillendirdiği bu evrende ilişki ve katılımların sayısız biçimlerinin farkına varabiliriz. Bu bizim; onları, içinde geliştikleri Tanrı’nın aşkınlığına açık olduklarını görmeye götürür. İman, gözler önüne serilenin anlamını ve gizemli güzelliğini yorumlamamamıza imkân sağlar. Olumlu yönde gelişmelere ya da yeni hastalıklara ve acılara yol açacak yeni nedenlere ve gerçek başarısızlıklara yönelmek için zekâmızı uygulamakta özgürüz. İnsanlık tarihinde heyecan verici olaylara ya da dramaya neden olacak olan, özgürlüğün yayılması, kurtuluş ve sevgiyi yeşertebilecek ya da gerilemeye ve karşılıklı yıkıma götürecek olanlar arasında seçim yapmakta özgürüz. Kilise’nin görevi sadece herkese doğaya karşı yükümlülüklerini hatırlatmakla uğraşmak değil, aynı zamanda “her şeyden öte insanlığın kendi kendini yıkmasına engel olmak”tır47


80. Yine de, bizimle çalışmayı isteyen ve bizim işbirliğimizi dikkate alan Tanrı yapmış olduğumuz kötülükleri iyiliğe dönüştürebilir. “Kutsal Ruh, çok daha karmaşık ve nüfuz edilemez insan ilişkilerinin düğümlerini çözmeyi sağlayacak bilgiyi taşıyan ilahi zihnine uygun olarak sonsuz bir şekilde müdahale eder”48. Bizim kötü tehlikeli ya da acı kaynağı olarak gördüğümüz ama Yaratıcı ile ortak çalışmak için bizi teşvik eden ve gerçekte çocuk doğurma acısının bir parçası olan bizim kötü, tehlikeli ya da acıların kaynakları olarak gördüğümüz durumların bulunduğu, gelişme ihtiyacında olan bir dünya yaratarak kendisini sınırlamayı istedi.49 Tanrı tüm varlıklarda son derece yakın bir şekilde bulunur, fakat yarattıklarının özerkliğini etkilemez ve bu da dünyasal gerçekliğin yasal özerkliğinin gelişmesine olanak verir50. Her bir varlığın, varlığını sürdürmesini ve gelişmesini sağlayan, O’nun ilahi mevcudiyeti “yaratma işini sürdürür”51. Tanrı’nın Ruhu evreni olasılıklarla doldurur ve bu nedenle her şeyin tam merkezinden daima yeni bir şeyler ortaya çıkabilir: “Doğa, bir tür sanattan başka bir şey değildir. Belirli bir sona doğru her şeyin hareket ettiği yerde her şeyin üstünde iz bırakan Tanrı’nın sanatı… Sanki bir gemi yapımcısı, kerestelerin kendilerini gemi şekline sokmasına olanak veriyor gibi.”52


81. İnsan türü, evrim süreci iddia edilse bile açık sistemlerin evrimi tarafından tamamen açıklanamayacak bir eşsizliğe sahiptir. Her birimiz kendi kişisel kimliğimize sahibiz ve başkaları ile ve Tanrı ile diyaloga girme kapasitesine sahibiz. Mantık yürütme, fikir geliştirme, müdahale etme, gerçeği yorumlama ve sanat yapma ve diğer keşfedilmemiş kapasitelerimizle fiziksel ve biyolojik ortamları aşan eşsizliğimizin işaretleridir. Maddi evrenin içinde kişisel varlık tarafından en iyi niteliklerin ortaya çıkması Tanrı’nın doğrudan eylemini gerektirir, yaşama özel bir çağrı ve Sen’in başka bir sen ile ilişkisini gerektirir. Yaratılışın Kutsal Kitap’taki anlatımı, bizi her bir insanı asla bir nesne konumuna indirgenemeyecek bir konu olarak görmeye davet eder.


82. Diğer yaşayan varlıkları insan keyfiyetinin egemenliğine tabi nesneler olarak görmek de büyük bir hata olacaktır. Doğa sadece bir yarar ve kazanç kaynağı olarak görüldüğünde bu toplum için ciddi sonuçları olacaktır. “Güçlü olan haklıdır” düşüncesi, kazananın her şeyi aldığı, köşeyi ilk kapanın ya da en güçlünün elinde kaynaklar tükeneceğinden insanlığın çoğunluğuna karşı muazzam eşitsizlik, adaletsizlik ve şiddet eylemlerini doğurur. İsa tarafından önerilen uyum, adalet, kardeşlik ve barış düşüncesi ile bu model tamamen tezat içindedir. Kendi döneminin muktedirler hakkında söylediği gibi: “Ama İsa onları yanına çağırıp şöyle dedi: "Bilirsiniz ki, ulusların önderleri onlara egemen kesilir, ileri gelenleri de ağırlıklarını hissettirirler. Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen, ötekilerin hizmetkârı olsun.” (Mt 20,25-26).


83. Evrenin en üstün amacı, her şeyin erişeceği olgunluğun kendisi olan Dirilmiş Mesih İsa ile başlamış olan Tanrı’nın doluluğuna erişmektir53. Burada, insanların diğer yaratıklar üzerindeki zalim ve sorumsuzca egemenliğinin her türünü reddetmek için başka bir iddiada daha bulunacağız. Bizlerdeki son amaç diğer yaratıklarda kurulmamıştır. Dahası, tüm yaratıklar her şeyi kucaklayan ve aydınlatan dirilmiş Mesih İsa’nın tamamlanmış aşkınlığında, Tanrı olan ortak varış noktasına bizimle birlikte ve bizim vasıtamızla ilerlemeyi sürdürür. Kendisine zekâ ve sevgi bahşedilmiş ve Mesih İsa’nın tamlığına çekilen insan, yaratıkları Yaratıcılarına yöneltmeye çağrılmıştır.


IV. YARATILIŞIN UYUMU İÇİNDE HER BİR YARATIĞIN MESAJI


84. İnsan denen varlığın Tanrı’nın suretinde yaratıldığı hususundaki ısrarımız, her yaratığın kendine özgü amacı olduğu gerçeğini görmezden gelmemize neden olmamalıdır. Hiçbir şey gereksiz değildir. Tüm maddi evren Tanrı’nın sevgisini, bize olan sonsuz sevgisini anlatır. Toprak, su, dağlar: Her şey Tanrı’nın kucaklamasıdır. Tanrı ile olan dostluğumuzun tarihi, daima yoğun kişisel anlamları olan özel yerlerle bağlantı içinde yer alır; Hepimiz yerleri hatırlarız ve bizi iyi hissettiren bu iyi hatıraları tekrar ziyaret ederiz. Yaylalarda yetişmiş biri, memba suları civarında büyüyen bir başkası, ya da komşularıyla sokakta oynamış olan bir başkası kendi özüne dair bazı şeyleri onarmak için bu yerlere geri gider.


85. Tanrı çok değerli bir kitap yazdı: “O’nun harfleri evrende yazılmış pek çok şeyde bulunur”. 54 Kanadalı Episkoposların çok doğru bir şekilde belirttiği gibi, hiçbir yaratık Tanrı’nın kendini göstermesinde hariç tutulamaz: “Her şeye panaromik bir bakıştan, en küçük yaşam formunun görünümüne dek her şey hayranlık ve merak uyandıran sürekli bir kaynaktır. Üstelik bu, sürekli devam eden bir vahiydir”55. Japon episkoposlar, kendi paylarına, şu kışkırtıcı gözlemi yapmışlardır: “Kendi varoluşunun ilahisini söyleyen her bir yaratığı hissetmek, Tanrı’nın sevgisi ve ümidi içinde sevinçle yaşamaktır” 56 yaratılış üzerine böyle derinlemesine düşünmek, Tanrı’nın bize vermek istediği öğreti olan her şeyi keşfetmemize olanak sağlar, çünkü “İnananlar için yaratılışı düşünmek bir mesajı işitmek, paradoksal ve sessiz bir sesi dinlemektir” 57. Diyebiliriz ki: “Kutsal Yazılarda bulunan vahiyden sonra, güneşin doğuşunda ve gecenin inmesinde de ilahi bir görüm vardır”58. Bu görüme dikkat ettiğimizde, kendimizi diğer yaratıklarla bağlantı içinde görmeyi öğreniriz: “dünyayı anlatmakla, kendimi anlatıyorum; dünyanın kutsallığını çözmek için gösterdiğim çaba ile kendimi keşfediyorum”59.


86. Bir bütün olarak evren, çoklu bağlantılarıyla Tanrı’nın tükenmez zenginliklerini ortaya döker. Aziz Aquinolu Thomas, bilgelikle bu çeşitliliği ve zenginliği, “ilahi iyiliğin ortaya konması için biri tarafından arzulanan şeyin, diğeri tarafından desteklenmesini” isteyen kimse tarafından, “ilk maddenin doğma amacını” 60Tanrı’nın iyiliğinin “her hangi bir yaratık tarafından tam anlamıyla ifade edilememesi”ne bağlar61. Bu nedenle her şeyin çoklu bağlantılarındaki çeşitliliği kavramamamız gerekir62. Tanrı’nın planının bütünselliği içinde düşünecek olursak, her bir yaratığın önemini ve anlamını daha iyi anlarız. Katolik Kilisesi Öğretisi’nde belirtildiği gibi: “Yaratıkların birbirine bağlı olmalarını Tanrı istedi. Güneş ve ay, dağ selvisi ve küçük çiçek, kartal ve serçe: Sayısız çeşitlilik ve eşitsizlik manzarası hiç bir yaratığın kendi kendine yetemeyeceği anlamını verir. Karşılıklı olarak birbirlerini tamamlamak için, birbirlerinin hizmetinde, birbirlerine bağlı olarak varlıklarını sürdürebilirler”63.


87. Tüm varlıklardan yansıyan Tanrı’yı görebildiğimizde, yüreğimiz tüm yaratıkları için Rab’bi övmeye ve onlarla birlik içinde O’na tapınmaya yönelir. Bu duygu Assisili Aziz Fransua’nın ilahisinde ifadesini en güzel şekilde bulur:


Tüm yaratıklarınla birlikte, seni överim Ey Rab,

Özellikle Sevgili Güneş Kardeşle,

Onunla bize gündüzü ve ışığı verdin için;

Ve güzelliği ve büyük yüceliğinin ışınlarıyla

En yücelerdeki sana benzer olduğundan.


Kız kardeş ay ve yıldızlarla seni överim Rab,

Çünkü onları gökyüzünde berrak, değerli ve güzel yarattın.

Seni överim Rab, erkek kardeşim Rüzgâr,

Ve bulutlu ve sakin, ve her tür hava durumu sayesinde,

Yaratıklarının yaşamını sürdürdüğün atmosfer için.


Seni överim Rab,

Yararlı ve mütevazı, değerli ve iffetli olan kız kardeşim Su için.


Seni överim Rab, kendisiyle geceyi aydınlattığın

Güzel ve eğlenceli, sağlam ve güçlü Ateş Kardeş için.”64


88. Brezilya episkoposları doğanın tamamının, sadece Tanrı’nın kendini gösterdiği yer değil, aynı zamanda bulunduğu yer de olduğunu ifade etmiştir. Yaşamın Ruhu her yaratıkta ikamet eder ve bizi kendisiyle ilişki kurmaya çağırır65. Bu mevcudiyeti keşfetmek bizi, “ekolojik erdemler” geliştirmeye yöneltir66. Şunu unutmamak gerekir ki Tanrı ve O’nun doluluğuna sahip olmayan bu dünyaya ait şeyler arasında sonsuz bir uzaklık bulunmaktadır. Diğer yandan yaratıkların haklarını ve yerlerini gerektiği gibi tanımakta hataya düştüğümüz için, onlarla iyi bir şey de yapamayacağız demektir. Onların küçük oldukları için bize veremeyeceği şeyleri haksız yere onlardan istemekten vazgeçmemiz gerekiyor.


V. EVRENSEL BİR BİRLİKTELİK


89. Bu dünyada yaratılmış olan varlıkların hiç biri, sahipsiz değildir: “Yaşamı seven Rabbim, sen her şeyi esirgiyorsun, çünkü her şey senindir.” (Bil. 11,26). Bizim, evrenin bir parçası olarak Peder ile bir olmaya çağrılıp, hepimizin görünmeyen bağlarla bağlandığımız ve birlikte evrensel bir aile oluşturduğumuz, bizi kutsal, sevecen ve mütevazı bir saygı ile dolduran yüce bir birliktelik içinde bulunduğumuza dair inancımızın temeli budur. Tekrar söylemek istiyorum: “Tanrı bizi etrafımızdaki dünyaya sımsıkı bağlamış bulunuyor. Böylece toprağın çölleşmesini neredeyse fiziksel bir rahatsızlık olarak ve türlerin yok oluşunu da acı veren bir çirkinleşme olarak hissediyoruz”67.


90. Bu tüm yaratıkları aynı seviyeye koymak ya da onların eşsiz değerlerini insan denen varlığa ve ona bağlı muhteşem sorumluluğa mahkum etmek demek değildir. Ne de yeryüzüne ilahi bir özellik biçip onun üzerine çalışmamızı ve onun kırılganlığını korumaktan bizi men etmek anlamına gelir. Bu kavramlar bizimle mücadele eden gerçeklikten kaçma girişiminde yeni bir denge oluşturacaktır.68 Kimi zaman insan türünün her türlü üstünlüğünün reddedildiği durumlar görüyoruz; eşit ölçüde paylaşılan insan onurunu savunmaktan ziyade diğer türleri korumak için daha fazla uğraş veriliyor. Elbette en azından diğer türlere sorumsuzca davranılmasına karşı dikkatli olmamız gerekiyor. Fakat bazılarının diğerlerinden daha saygın olduğu düşüncesini hoş görmeye devam ettiğimiz durumlarda, aramızda ortaya çıkan son derece büyük eşitsizliklere karşı özellikle kızgın olmalıyız. Bazılarının çaresizlik ve artan fakirlik batağına çıkışı olmayacak şekilde gömülüp bazılarının da ne yapacaklarını bilmeden varsayılan üstünlüklerini boş yere sergileyip; her yerde böyle olsa gezegeni yıkacak şekilde sahip olduklarıyla arkalarında pek çok atık bırakarak yaşadıklarını görmekte hataya düşüyoruz. Uygulamada, bazıları daha üstün haklarla doğmuşlar gibi, onları hoş görmeyi sürdürüyoruz.

91. Şefkat, merhamet ve insan türünün yoldaşlarına karşı ilgi konusunda ihmalkârlığa düştükçe doğanın geri kalanıyla derin bir birliktelik duygusu gerçekleşemeyecektir. Yoksullar için endişelenmeyip ya da istenmeyen kişiler olarak görülen diğer insanların insan ticareti mağduru olmasına tamamen tepkisiz kalıp tehlike altındaki türlerin ticareti ile mücadele etmek açık bir şekilde tutarsızlıktır. Bu, çevre uğruna mücadelemizin anlamından çok fazla ödün vermektir. Aziz Fransua’nın Tanrı’yı yarattıkları için övdüğü ezgide “Sana övgüler olsun Tanrım, sevgin için affettiklerin nedeniyle” demesi tesadüf değildir. Her şey birbirine bağlanmıştır. Bu nedenle çevre için endişelenmek diğer insan dostlarımız için samimi bir sevgiye bağlanmayı ve toplumun sorunlarının çözülmesi için tereddütsüz bir taahhüdü gerektirir.


92. Dahası kalplerimiz doğal olarak evrensel birliğe açıktır, bu kardeşlik duygusu hiç bir ey ve hiç kimse sözcüklerini dışlar. Bu dünyadaki yaratıklara karşı kayıtsızlığımız ya da kötücüllüğümüz diğer insanlarla paylaşımlarımızın durumunu er ya da geç etkileyecektir. Tek bir yüreğimiz var ve bizi bir hayvana kötü davranmaya götüren perişanlığımız kendisini diğer insanlarla ilişkilerimizde göstermekte de gecikmeyecektir. Her türlü yaratığa yönelik kötücül davranış, “insan haysiyetine aykırıdır”69. Gerçekliğin her hangi bir yönünü dikkate almazsak kendimizi tamamen sevgi dolu görmemiz zor olabilir: “İndirgemecilik hatasına tekrar düşmeden asla ayrılamayacak ve tek tek ele alınamayacak olan barış, adalet ve yaratıkların korunması konuları asla birbirlerinden ayrılamaz temalardır”70. Her şey birbiri ile bağlantılıdır ve biz erkek ve kız kardeşlerden oluşan insan türü muhteşem bir hacılıkta Peder’in her bir yarattığına karşı duyduğu ve bizi güneş birader, ay kız kardeş, nehir birader ve toprak ana ile birleştiren sevgisinde bir arada örülmüş durumdayız.


VI. MALLARIN ORTAK KADERİ

93. İnanalım ya da inanmayalım, bugün hepimiz yeryüzünün temelde paylaşılan bir miras olduğu konusunda hemfikiriz, toprağın meyveleri herkes için yararlıdır. Tanrı’ya inananlar için bu, Tanrı’ya bağlılık sorunudur, çünkü Tanrı dünyayı herkes için yarattı. Bu nedenle her ekolojik yaklaşım yoksulların ve temel yaklarından mahrum olanların temel haklarını dikkate alan bir toplumsal bakış ile bütünleştirilmelidir. Malların evrensel amacı için özel malların mülkiyeti ilkesi, ve onların kullanımında herkesin hakları toplum idaresinin altın kuralıdır ve “etik ve toplumsal düzenin birinci ilkesidir”71 Hristiyan geleneği, özel mülk edinimini asla, mutlak ve bozulmaz olarak görmez ve özel mülkiyetin her biçimini toplumsal amaç için vurgular. Aziz II. Jean Paul bu öğretiyi kuvvetle vurgulayarak şöyle ifade etmiştir: “Tanrı tüm orada bulunanların sürekliliği için, hiç birini dışlamadan ya da ayrıcalık göstermeden yeryüzünü insana vermiştir”72. Bunlar çok güçlü sözler. “Herhangi türde bir gelişme, kişisel ya da toplumsal, ekonomik ya da politik, ülkelerin ve halkların haklarına saygı göstermiyor ve desteklemiyorsa gerçekten insan haklarına layık değildir”73. Çok açık bir şekilde belirtir: “Kilise gerçekten özel mülkiyet haklarının yasallığını savunmaktadır, fakat aynı zamanda, mülklerin, Tanrı’nın kendilerine bahşettiği genel amaca hizmet edebilmelerini sağlayacak şekilde, özel mülkiyet üzerindeki toplumsal ipotek bulunduğunu da aynı açıklıkla ifade etmektedir74”. Bununla beraber devam eder: “Bir armağanın, sadece birkaç kişinin yararına olacak şekilde kullanılması Tanrı’nın planına uygun değildir”.75 Bu insanlık için adil olmayan alışkanlıkların ciddi bir sorun oluşturması durumunu beraberinde getirir76.


94. “Hepsini yaratan, Rab olduğu için” (Özd. 22,2) zengin de yoksul da aynı haysiyete sahiptir. “Küçük olanları da büyük olanları da yaratan O’dur” (Bil. 6,7) ve “ O, güneşini hem iyilerin hem de kötülerin üzerine doğdurur” (Mt. 5,45). Paraguaylı episkoposların belirttiği gibi, bunun uygulamaya yönelik sonuçları vardır: “Her göçebenin, evini kurabildiği, ailesinin bakımı için çalışabildiği ve yaşamını güvende tutabildiği yerde toprak parçasına sahip olma hakkı vardır. Bu hakkın garanti altına alınması gereklidir, böylece bir yanılsama olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşebilir. Bu mülk sahibi olmaktan farklı bir şekilde, halkın yasal olarak teknik eğitim, kredi, sosyal güvence ve pazalara erişmesi gerektiği anlamına gelmelidir”77.


95. Doğal çevre ortak bir mal, tüm insanlığın atadan kalma mirası ve herkesin sorumluluğudur. Bir şeyi kendi malımız haline getirirsek, bu sadece onu herkesin yararına kullanmak için olmalıdır. Bunu yapmadığımızda, diğerlerinin varlığını inkâr etmenin ağırlığını vicdanımıza yüklemiş oluruz. Yeni Zelandalı episkoposlar bu nedenle “dünya nüfusunun yüzde yirmisi kaynakları tükettiğini böylece yoksul ulusların ve hayatta kalması gereken gelecek nesillerin hakkını çaldığını” belirterek “öldürmeyeceksin”78 buyruğunu hatırlattılar.


VII. İSA’NIN BAKIŞI


96. İsa, temel bir gerçeği vurgulayarak Yaratıcı olan Tanrı’ya Kutsal Kitap imanını ortaya koyar: Tanrı Peder’dir (Mt. 11,25). Havarileri ile konuşmalarında İsa onları Tanrı’nın tüm yarattıkları ile babaca ilişkisini tanımaya çağırır. Etkin bir şefkatle her birinin Tanrı’nın gözlerinde önemli olduğunu onlara hatırlatır: “Beş serçe iki meteliğe satılmıyor mu? Ama bunlardan bir teki bile Tanrı katında unutulmuş değildir” (Lk. 12,6). “Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur” (Mt 6.26).


97. Rab, yeryüzündeki güzellikleri fark etmeleri için başkalarını davet edebilirdi, çünkü kendisi sürekli tam bir sevgi ve hayranlıkla doğa ile iç içe idi. Toprak yolda yürürken, sık sık Pederinin yerleştirdiği güzelliklere bakmak için durup onlarda bulunan ilahi mesajı görmeleri için havarilerine seslenirdi: “İşte, size söylüyorum, başınızı kaldırıp tarlalara bakın. Ekinler sararmış, biçilmeye hazır!” (Yu. 4,35). “İsa onlara bir benzetme daha anlattı: "Göklerin Egemenliği, bir adamın tarlasına ektiği hardal tanesine benzer" dedi. Hardal tohumların en küçüğü olduğu halde, gelişince bahçe bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur. Böylece kuşlar gelip dallarında barınır.” (Mt 13,31-32).


98. İsa tüm yaratılışla tam bir uyum içinde yaşıyordu ve bu da başkalarını şaşkınlığa sürüklüyordu: “Bu nasıl bir adam ki, rüzgâr da göl de O’nun sözünü dinliyor?” (Mt 8,27). O ne dünyadan kendini soyutlamış bir çilekeş gibi görünüyor ne de yaşamın nimetlerine düşman bir duruş sergiliyordu. Kendisinin de belirttiği gibi: “İnsanoğlu geldiği zaman yiyip içti. Bu kez de diyorlar ki, ‘Şu obur ve ayyaş adama bakın!” (Mt 11,19). Bedeni, maddeyi ve dünyaya ait şeyleri küçümseyen filozoflardan çok farklıydı. Bununla birlikte sağlıksız düalite bazı Hristiyan düşünürler üzerinde belirgin bir etki bıraktı ve İncil’i çarpıttı. İsa, elleriyle çalışan bir işçiydi, Tanrı tarafından yaratılmış olan ve kendi zanaatkârlığıyla şekillendirdiği nesnelerle her gün temas içindeydi. Hayatının büyük kısmının kimsede hayranlık uyandırmayan bu sade yaşama adanmış olması çarpıcıdır: “Meryem’in oğlu, marangoz değil mi bu?” (Mk 6,3). Bu şekilde insan emeğini kutsamış ve gelişmemiz için ona özel bir önem bahşetmiştir. Aziz II. Jean Paul’un öğrettiği gibi: “Bizim için haça gerilmiş olan Mesih İsa ile birlik içinde emeğin zahmetini sürdürmekle insan bir şekilde insanlığın kurtuluşu için Tanrı’nın Oğlu ile iş birliği yapmış olur”79


99. Hristiyanın dünyayı algılayışında tüm yaratılışın başlangıçtan beri var olan Mesih’in gizemine bağlı olduğu düşüncesi vardır: “Nitekim yerde ve gökte, görünen ve görünmeyen her şey O’nun aracılığıyla ve O’nun için yaratıldı. » 80 Yuhanna İncilinin önsözü (1, 1-18) Mesh’İn yaratıcılığının işlerini “İlahi Söz” (Logos) olarak açıklar. Fakat sonra ansızın önsöz bu “Söz”ün “insan olduğundan” söz eder (Yu. 1,14). Kutsal Üçlü Birliğin şahıslarından biri, yaratılmış olan evrene girdi ve haça kadar giden kendi yazgısını taşıdı. Dünyanın başlangıcından beri, fakat özellikle insan olma gizemiyle Mesih İsa’nın gizemi, onun özerkliğine dokunulmadan, bir bütün olarak doğal dünyanın içinde gizlenmiş olarak eserine devam eder.


100. Yeni Antlaşma bize sadece dünyasal İsa ve O’nun dünya ile sevgi dolu ve sıcak ilişkisinden söz etmez. Aynı zamanda O’nu, Rab oluşu sayesinde mevcut yaratılışta dirilmiş ve yüceltilmiş olarak gösterir: “Çünkü Tanrı bütün doluluğunun O’nda bulunmasını uygun gördü. Mesih’in çarmıhta akıtılan kanı aracılığıyla esenliği sağlamış olarak yerdeki ve gökteki her şeyi O’nun aracılığıyla kendisiyle barıştırmaya razı oldu. ” (Kol. 1,19-20). Bu da bzi, Oğul’un her şeyi Peder’e teslim edeceği zamanların sonuna bakmaya yöneltiyor: “Tanrı her şeyde her şey olsun.” (1 Ko. 15,28). Bundan dolayı, bu dünyanın yaratıkları sadece doğal görünüşleri ile görünmeye devam etmeyecekler; çünkü Dirilmiş Olan onlar gizemli bir şekilde kendisi için alacak ve onları kendi doluluğundaki sonlarına yöneltecektir. O’nun insan gözleri ile derin bir düşünce içinde bakıp hayran olduğu tarladaki çiçekler ve kuşlar artık onun her şeye nüfuz eden varlığına bağlanmış durumdadır.



BÖLÜM ÜÇ


EKOLOJİK KRİZİN İNSANÎ NEDENLERİ

101. Ekolojik krizin insani nedenlerini bilmeden belirtilerini tanımlamak anlamsız olacaktır. Etrafımızdaki dünyayı ciddi bir şekilde tahrip eden insan yaşamı ve faaliyetlerini anlamak için kesin bir yöntem söylemek ters olacaktır. Buna bir ara verip tanımamız gerekmiyor mu? Bu aşamada baskın teknokratik değerler dizisine ve insan türünün yerine ve dünyadaki insan faaliyetlerine odaklanmayı öneriyorum.




I. TEKNOLOJİ: YARATICILIK VE İKTİDAR


102. İnsanlık, teknolojik kahramanlığımızın bizi bir kavşak noktasına getirdii yeni bir çağa girmiş bulunuyor. Bizler değişimin büyük dalgalarının yaşandığı iki yüzyılın lehtarlarıyız: Buharlı makineler, demiryolları, telgraf, elektrik, otomobiller, uçaklar, kimya endüstrisi, modern tıp, enformasyon teknolojileri, ve son dönemlerde dijital devrim, robotik makineler, biyoteknoloji ve nanoteknoloji. “Bilim ve teknoloji, insan soyuna Tanrı vergisi harika ürünler”81olduğu için bu gelişmelerle sevinmek ve önümüzde açmaya devam ettikleri sonsuz olasılıklar nedeniyle sevinmek çok doğrudur. Doğanın, yararlı amaçlar için dönüştürülmesi, başlangıçtan beri insan türünün ayrıcalığında olan bir durumdur ve teknolojinin kendisi “insanın kademe kademe maddi sınırlamaları yenmeye yönelten içsel gerilimi ifade eder”82. Teknoloji, insan soyuna zarar veren ve onu sınırlayan sayısız kötülüğü iyileştirmiştir. Özellikle ilaç, mühendislik ve iletişim alanlarındaki bu gelişmelerin değerini ve yüceliğini nasıl görmezden gelebiliriz? Sürdürülebilir gelişmeler yapmak için alternatifler sağlayan pek çok bilim adamı ve mühendisin çalışmalarını nasıl görmezden gelebiliriz?


103. İyi yönetildiğinde Teknobilim, evde kullanılan yararlı gereçlerden büyük nakliye sistemlerine, köprülere, binalar ve kamu alanlarına dek insan yaşam kalitesini geliştirmek için önemli araçlar üretebilir. Sanat üretebilir ve erkeğin ve kadının maddi yaşama dalmışlıktan güzelliğin dünyasına sıçramasını sağlayabilir. Bir uçağın ya da bir gökdelenin güzelliğini hangimiz inkâr edebiliriz? Değerli sanat ve müzik eserleri artık yeni teknolojilerle üretiliyor. Böylece yeni teknolojik araçları kullanan birinin amaçladığı güzellikte insanlığın eşsizliğini tamamına eriştirmekle sonuçlanan bir kuantum sıçraması ortaya çıkıyor.


104. Nükleer enerji, biyoteknoloji, bilişim teknolojileri, DNA’nın çözümlenmesi ve başka diğer becerilerin kazanılması ile çok büyük bir güç elde ettiğimizi kabul etmek gerekir. Daha önemlisi, bu bilgilerle ve bunların kullanılmasıyla ortaya çıkan ekonomik kaynaklarla tüm insanlık ve dünyanın tamamı üzerinde etkileyici bir hâkimiyet elde edilmiş olmaktadır. İnsanlık kendi üzerinde asla böyle bir güce sahip olmamıştı ve henüz bunun bilgelikle kullanılacağından emin olamıyoruz, özellikle de halen tanık olduğumuz uygulamalara bakınca bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yirminci yüzyılın ortasında atılan nükleer bombaları, Nazizm, Komünizm ve diğer totaliter rejimlerin milyonlarca insanı öldürmek için kullandığı bir dizi teknolojiyi hatırlamak yeterli olacaktır; modern savaşlar için artan bir şekilde hazır halde bekleyen ölümcül silah cephaneliklerinden söz etmeye gerek bile yok… Tüm bu güç kimlerin elinde toplanacak, ya da bu sonunda bitecek mi? Bu, ona sahip olan insanlığın küçük bir bölümü için son derece riskli bir durumdur.


105. Gücün her artışını sanki gerçeklik, iyilik ve doğruluk otomatik olarak teknolojik ve ekonomik güçten geliyormuş gibi, “gelişimin kendisinin artması” , “güvenlik, yarar, refah ve dayanımın” ilerlemesi… “kültür akımı içinde yeni değerlerin özümsenmesi”83 olarak görme eğilimi mevcuttur. Oysa gerçek şudur: “çağdaş insan, gücü iyi bir şekilde kullanmak üzere eğitilmemiştir”84, çünkü bu son derece ileri teknolojik gelişme, insan sorumluluğu, değerleri ve vicdanının gelişimi ile desteklenmemektedir. Her çağ, kendi sınırlarının yetersizliğinin farkında olma eğilimi taşır. Önümüzdeki mücadelenin ağırlığını kavramamamız mümkündür. “İnsanın gücünü gerektiği gibi kullanmayacağı riski günden güne artmaktadır”; çünkü gücü kullanmak “sadece gereklilik, yararlılık ya da güvenlik ile ilgili normlar dikkate alındığı” için, “güç asla özgürlük ile bağdaşmış olarak seçme sorumluluğu kavramları dâhilinde dikkate alınmamaktadır” 85. Fakat insan türü tamamen özerk değildir. Özgürlüğümüz, vicdansızlık, ani ihtiyaçlar, kişisel çıkarlar ve şiddetin kör kuvveti ile kullanıldığında gölgelenir. Bu bağlamda, çıplak kalırız ve daim artan gücümüzün kontrolünü ihmal ederek ona maruz kalmaya başlarız. Belli yapay mekanizmalarımız var, fakat bunların etik bir tarafı, samimiyetle sınır koyma ruhu ve kültürü ve kendini sınırlamanın berrak zihinsel öğretisinin olduğunu söyleyemeyiz.


II. TEKNOKRATİK DEĞERLER DİZİSİNİN KÜRESELLEŞMESİ

106. Temel sorun çok daha derine iniyor: insanlığın teknolojiyi ve farklılaşmayan ve tek boyutlu değerler dizisine uygun gelişimi sırtlanma yöntemine odaklanmak gerekir. Bu değerler dizisi, dışarıdaki konular üzerinde mantıklı ve akılcı prosedürler uygulayan, ilerlemeci yaklaşım gösteren ve kontrol sağlayan kişi konusunu yüceltmektedir. Kendisi zaten kazanım, üstünlük ve dönüşüm tekniği olan, bilimsel ve deneysel yöntemi kurmak için her türlü çabayı göstermek amaçtır. Sanki amaç biçimsiz, mutasyona tamamen açık bir şeylerin varlığında bir şeyler bulmaktır. Erkek ve kadın sürekli doğada müdahale içinde bulunmaktadır, fakat uzun bir süredir bu doğadaki şeylerin sunduğu olasılıklara saygı ve uyum ile gerçekleşiyordu. Bu, doğanın kendi izin verdiklerini sanki onun elini uzatıp verdiklerini kabul etme konusuydu. Artık bunun tersine bizler elimizi onlara uzatıp onlardan mümkün olabildiğince her şeyi çekip alarak sık sık karşımızdaki gerçekliği yok sayıyor ya da unutuyoruz. İnsan soyu ve maddi nesneler daha fazla dostluk eli uzatmıyor birbirlerine; ilişkiler artık bir çatışma haline geldi. Bu, sonsuz ya da sınırsız büyüme fikrini daha kabul edilebilir hale getirirken ekonomistler, maliyeciler ve teknoloji uzmanları için de son derece çekici olmasına neden oldu. Bu, yeryüzü nimetlerinin sonsuz bir kaynak olduğu ve her tür sınırın ötesinde gezegeni kurutacak kadar kullanılabileceği yalanına dayanmaktadır. Bu, “sonsuz miktarda enerji ve kaynağın kullanılabilir olduğu ve onların kolayca yenilenebileceği ve doğal düzenin tahribatının olumsuz etkilerinin kolayca ortadan kalkabileceği” yönündeki yanlış bir görüştür86.


107. Günümüz dünyasındaki pek çok sorunun kimi zaman bilinçsizce bilimin ve teknolojinin amacını bireylerin yaşamını ve toplumun çalışmalarını şekillendiren bir epistemolojik değerler dizisi olarak görme eğiliminden kaynaklandığı söylenebilir. Bu modeli insan ve toplum için bir gerçeklik olarak empoze etmenin etkileri çevrenin tahrip olmasında kendini göstermektedir, fakat bu insan ve sosyal yaşamın her yönünü etkileyen yükseltgemeciliğin sadece bir işaretidir. Belli iktidar gruplarının çıkarları tarafından dayatılan çizgiler boyunca yaşam şekillerinin koşullarının sınırlarını çizen ve toplumsal olanakları şekillendiren bir çerçeve oluşturduğu için teknolojik ürünlerin tarafsız olmadıklarını kabul etmek gerekiyor. Tamamen gereklilik üzerine alınmış görünen kararlar, gerçekte inşa etmek istediğimiz toplumun biçimi hakkında aldığımız kararlardır.


108. Farklı kültürel değerler dizisini teşvik etme ve teknolojiyi sadece bir araç olarak kullanma fikri günümüzde kavranamaz bir şeydir. Teknolojik değerler dizisi, onun kaynakları olmadan herhangi bir şey yapmanın çok zor hale geldiği ve içsel mantığı ile yürütülmedikçe, kullanımının zorlaştığı bir hâkimiyet içindedir. Teknolojiden biraz da olsa bağımsız olmayı amaçlayan bir yaşam biçimini ve bunun bedelini ödemeyi seçmek kültüre ters bir durum haline gelmekte, onun küreselleştiren gücü hepimizi benzer kılmaktadır. Teknoloji her şeyi kendi demir zırhlı mantığı içine çekme eğilimindedir ve teknolojiyle kuşatılmış kimseler “son tahlilde insan soyunun ne karına ne de yararına doğru hareket ettiğini gayet iyi bilmektedirler”, bu da “gücün en köktenci biçimde ifadesi ile söyleyecek olursak, motivasyonunu her şeyin efendisi olma isteğinden almaktadır” 87 diyebiliriz. Sonuç olarak “insan, hem doğanın unsurları hem de kendi varlığının özellikleri ile kuşatılmış durumdadır”88 Karar verme kapasitemiz, daha samimi özgürlük ve her bir kişinin alternatif yaratıcılığının alanı ile sınırlanmış durumdadır.


109. Teknokratik değerler dizisi, ekonomik ve politik yaşama da hükmetme eğilimindedir. Ekonomi, insan soyu için potansiyel olumsuz etkilerini dikkate almaksızın karlılık açısından her tür ileri teknolojiyi kabul eder. Finans, gerçek ekonomiye üstün gelir. Küresel ekonomik krizden henüz gereken ders alınmış değil ve çevre tahribatı hakkındaki dersleri de son derece yavaş öğreniyoruz. Mevcut ekonomi ve teknolojinin sürmesini sağlayan bazı döngüler tüm çevresel sorunları çözecektir ve halk dilinde ve teknik terimleri kullanmadan ifade edersek, küresel açlık ve yoksulluk Pazar büyümesi yoluyla basitçe çözülecektir. Onlar, günümüzde korkutucu bir şekilde kimsenin savunmaya cesaret edemediği belli ekonomik teorilerle ekonominin işlevselliğindeki güncel operasyonlarından daha az ilgileniyorlar. Bu tür teorileri sözlerle destekleyemiyorlar, fakat ürün seviyesi dengesine daha az ilgi göstererek, refahın daha iyi dağılımı ile, çevre ile ve gelecek nesillerin hakları ile daha fazla ilgilenerek eylemleri yoluyla destek veriyorlar. Davranışları, artırılmış karlarının yeterli olduğunu gösterir. Yine de tek başına Pazar bütüncül insan gelişiminin ve toplumsal ilerlemenin gerçekleşmesini garanti edemez89 Aynı zamanda yoksulların temel kaynaklara düzenli erişimini sağlayacak ekonomik kurumlar ve sosyal girişimlerin gelişimi son derece yavaşken, “süregiden canavarca bozunma ile kabul edilemez biçimde ters bir şekilde çöpe atma ve tüketme konusunda ‘süper gelişme’ gösteriyoruz90. Teknolojik ve ekonomik büyümenin yönü, amaçları, araçları ve toplumsal uygulamalarında ortaya çıkan mevcut hataların en derindeki kökenlerini görmekte hataya düşüyoruz.


110. Teknolojiye dair uzmanlaşma daha büyük resmi görmeyi zorlaştırır. Bilginin parçalara bölünmesi somut uygulamalar için yardım sağlar ve sık sık da bütüne dikkati zayıflatır, nesneler arasındaki ilişkiyi ve ufuktaki sınırları görmeyi zorlaştırır ve bunları birbirinden bağımsız ele alır. Bu, günümüz dünyasının özellikle çevre ve yoksullarla ilgili daha karmaşık sorunlarına yeterli çözüm bulma yollarını giderek zorlaştırır; Bu sorunlar tekil bir bakış açısı ve tekil bir dizi çıkar ilişkisi ile ele alınamazlar. Büyük konularda çözüm üreten bir bilim, bilginin diğer alanlarında özellikle felsefe ve sosyal ahlak konularında ortaya çıkan verileri dikkate almalıdır; fakat bu günümüzde elde edilmesi zor bir yaklaşımdır. Ne de bir kişinin başvurabileceği samimi etik ufuklar bulunmaktadır. Yaşam kademeli olarak teknolojinin şartlarının belirlediği durumlara teslimiyet haline gelmektedir, artık teknoloji varlığın anlamı için temel anahtar gibi görünmektedir. Çevresel bozunma, endişe, yaşam amacının ve cemaat yaşamının kaybolması gibi pek çok belirti ile içinde bulunduğumuz durumu somutlaştırmak mümkündür. Bir kez daha “gerçeklerin fikirlerden daha önemli olduğunu”91 görüyoruz.


111. Çevresel kültür acil olarak çözülmesi gereken kirlilik, çevrenin bozulması ve doğal kaynakların azalması sorunlarına acil ve kısmı çözüm serilerine indirgenemez. Nesnelere bakış, düşünce, politika, eğitim programları yaşam biçimi ve maneviyatın bir arada teknokratik değerler dizisinin saldırısına birlikte direnç oluşturacak farklı bakış açısının geliştirilmesi gerekmektedir. Diğer yandan en iyi ekolojk girişim bile kendisini aynı küresel mantıkta yakalanmış bulabilir. Ortaya çıkacak her bir çevresel sorunun teknik olarak iyileştirilmesi için gerçekte birbiri ile bağlantılı olanları ayırmak ve küresel sistemin en derin ve gerçek sorunlarını ortaya koymak gerekir.


112. Bir kez daha bakış açımızı genişletebiliriz. Teknolojiyi sınırlandırma ve yönetme özgürlüğüne sahibiz; bunu, daha sağlıklı, daha insani daha toplumsal, daha bütüncül başka bir tür gelişimin hizmetine verebiliriz. Baskın teknolojik değerler dizisinden özgür kalmak, örneğin küçük üreticilerin kooperatifleri daha az kirleten araçlar kullanmaya uyum sağladığında, tüketici olmayan yaşam, eğlence alanı ve halka açık yerlerin modelleri seçeneklerinde kimi zaman gerçekleştirilebilir. Ya da teknoloji halkın somut sorunlarını çözmek için kullanıldığında gerçekten onların daha saygın ve daha az acı çeken bir yaşam sürmelerine yardım edecektir. Ya da gerçekten güzelliği oluşturmak ve onun hakkında düşünmek arzusu, güzel görünen ve onu elinde tutanın bir tür kurtuluşu sayesinde indirgemeciliğin üstesinden gelmeyi sağlayacaktır. İnsanlığın gerçek hali, yeni bir senteze çağrılmakta, neredeyse hiçbir şeyin farkında olmadan, kapalı kapının altından sızan sis gibi teknolojik kültürün ortasında oturuyor görünmekte. Bu kalıcı bir söz olacak mı, her şeye rağmen bu inatçı direnişten kendi otantik haline bir uyanış gerçekleşecek mi?


113. İnsanların mutlu bir geleceğe daha fazla inanmadıkları da görünen bir gerçektir; Artık dünyanın mevcut durumu ve teknik seçeneklerimizle daha iyi bir yarın için körü körüne bir güvene sahip değiller. Bilimsel ve teknolojik gelişmenin insanlık ve tarihin eşdeğer ölçüde gelişmesi anlamına gelmediği hakkında artan bir farkındalık ve daha iyi bir gelecek için yollar olduğuna dair artan bir duyarlılık var. Bu, bize sunulan teknolojinin sürdürülmesini reddetmek demek değildir. Fakat insanlık derinden bir değişim içinde bulunuyor ve sürekli ortaya çıkan yeniliklerin tümü hepimizi tek yöne çeken bir yapaylığı yüceltiyor. Yaşamın derinliğini duraklatmak ve onarmak giderek zorlaşıyor. Eğer mimari çağın ruhunu yansıtıyorsa, mega yapılar ve yüksek apartman blokları yeni ürün yığınlarının sıkıcı monotonlukla bir arada ortaya çıktığı küresel teknoloji ruhunu gayet iyi ortaya koymaktadır. Bunu reddetmekten vazgeçelim ve her şeyin amacını ve anlamını merak etmeyi sürdürelim. Aksi takdirde basitçe mevcut durumu yasal hale getirip süregiden boşlukta bize yardım edecek yen kaçış biçimlerine ihtiyaç duyacağız.


114. Tüm bunlar ciddi bir kültürel devrime yönelmemiz gerektiğini ve bunun aciliyetini bize göstermektedir. Bilim ve teknoloji tarafsız değildir; bir sürecin başından sonuna dek çeşitli amaçlar ve olasılıklar ortaya çıkar ve farklı biçimler alırlar. Kimse Taş Devrine dönmeyi teklif etmiyor, fakat yavaşlamak ve farklı yollarla gerçekliğe bakmak gerek, uygun, olumlu ve sürdürülebilir gelişme sağlanmalı, fakat aynı zamanda ihtişamın kontrolsüz sanrıları ile yitip giden değerler ve büyük amaçlar yeniden hatırlanmalıdır.


III. MODERN ANTROPOSENTRİZM (İNSANMERKEZCİLİK) İN ETKİSİ VE KRİZ


115. Modern insanmerkezcillik paradoksal bir şekilde teknik düşüncenin gerçekliğin üzerinde ödüllendirilmesiyle son bulur, “çünkü teknolojik zihin doğayı cansız bir düzen, olguların soğuk bir bütünü, sadece verilmiş olan, yarar sağlama nesnesi, yararlı bir şekil alması için çekiçle dövülmesi gereken hammadde olarak görür; Kainatı, nesneleri umursamazca fırlatabileceği basit bir boşluk olarak görür”92. Bu nedenle dünyanın asıl haysiyeti gölgelenmiş olur. İnsan soyu, dünyadaki gerçek yerini bulmakta hataya düştüğünde, kendisini yanlış anlayarak kendisine karşı davranışlar edinmeye başar: “Tanrı sadece yeryüzünü başlangıçtaki iyi amacına saygıyla ve kendisine verilmiş olduğu için insana vermedi, fakat insan da yine Tanrı’nın insana armağanıdır. Bu nedenle kendisine verilmiş olan doğal ve ahlaki yapıya saygı duyması gerekir”93


116. Günümüzde modernite başka bir görünüm altında, ortak anlayış yollarını sürdürerek ve sosyal bağları güçlendirecek aşırı bir insanmerkezcillik ile ortaya çıkmaktadır. Artık gerçekliğe ve onun etkilerine yeni bir dikkatle bakma zamanı gelmiş bulunuyor. Bireylerin ve toplumun verimli ve sağlıklı gelişimi için koşulları ele almak gerekiyor. Hristiyan antropolojisinin yeterli temsilinde, insan soyu ve dünya arasındaki ilişkinin yanlış anlaşılmasına yer verilmiştir. Sık sık dünya üzerindeki hâkimiyetin doğanın korunması hakkında bir izlenim veren Prometeusvari görüşle ele alınması zayıf bir yaklaşımdır. Evren üzerindeki “hâkimiyetimiz” yerine “kâhyalık” sorumluluğu bağlamında yaklaşmak daha uygun olacaktır 94.


117. Kararlarımızın doğaya verdiği zararı ve çevresel etkilerini görmeyi ihmal etmek, doğanın kendi yapısında barındırdığı mesajın en vurucu mesajını geçersiz saymak olacaktır. Yoksulların, bir embriyonun, engelli bir insanın – sadece örnek vermek için söylüyorum – gerçekliğini görmekte ihmale düşerek, doğanın çığlığını işitmemiz zorlaşır; her şey birbirine bağlıdır. İnsan soyu gerçeklikten bağımsız olduğunu açıklayıp mutlak bir hakimiyetle davrandığından beri yaşamımızın en temelinden sarsılmaya başladı, çünkü “yaratılış işinde Tanrı ile işbirliği yapmak üzere kendi görevini yerine getirmektense, insan kendisini Tanrı’nın yerine koydu ve bu nedenle doğaya karşı asi oldu”95.

118. Bu durum sürekli bir şizofreniye yol açar, teknokrasi son derece yüksek mertebelere çıkartılırken, diğer yaratıklar ve hatta insan bie hakettiği değeri bulamaz. Fakat kimse insanlığı görmezden gelemez. Doğayla ilişkimizin yenilenmesi, insanlığın kendisiyle ilişkisinin yenilenmesi olmadan mümkün değildir. Yeterince antropoloji yoksa ekoloji de olamaz. İnsan türü, diğerleri arasında tek olarak kabul edildiği durumda, şans eseri ya da fiziksel determinizmin ortaya çıkardığı “tüm sorumluluk duygularımız boştur”96. Yanlış insanmerkecilliğin biosentrizm (biyomerkezcilik) e yönlendirilmesine gerek yoktur, çünkü bu başka bir dengesizliğe, mevcut sorunların çözülmesinde hatalara ve yeni sorunların ortaya çıkmasına yol açacaktır. İnsan türünün, kendi eşsiz bilgi, irade, özgürlük, sorumluluk kapasitesini bilip değerlendirmeden dünya hakkında sorumluluk duyması beklenemez.


119. Saptırılmış insanmerkezcillik kişilerarası ilişkilerin önemini değersizleştirmemelidir. Mevcut ekolojik kriz modernitenin etik, kültürel ve manevi krizinin küçük bir işaretidir, doğa ve çevre ile ilişkilerimizi tüm temel insan ilişkilerini düzeltmeden düzeltebileceğimizi varsayamayız. Hristiyan düşüncesi insan türünün diğer yaratıklar üzerinde özel bir saygınlığa sahip olduğunu düşünür; bu nedenle her bir kişiye değer vermeyi ve başkalarına saygıyı telkin eder. Bizim başkalarına karşı açık olmamız, her birini “sen” olarak bilme, sevme ve diyaloga girme kapasitemiz, insan soyu olarak kendi soyluluğumuzun kaynağı olarak kalmayı sürdürür. Yaratılmış olanlarla yeterli ve düzgün bir ilişki, insan türü ile sosyal ilişkiyi küçümsemediği gibi, aşkın boyutunu İlahi “ Sen” boyutuna açık olmasını gerektirir. Çevre ile ilişkimiz başkalarıyla ve Tanrı ile ilişkilerimizden asla yalıtılmış olamaz. Diğer yandan Diğer yandan boğucu bir şekilde her yerde bulunan ekoloji örtüsü ile donanmış romantik bireycilikten daha kötüsü olamaz.


120. Her şey kendi içinde birbiri ile ilişki içinde olduğundan doğanın korunması için endişe etmek kürtaj kararı ile de çelişir. Varlığı rahatsızlık verici ve zorluklara sebep olsa bile bir insan embriyosunu bile koruyamadıktan sonra, nasıl sorunlu ya da sakıncalı olan, savunmasız varlıkların önemini samimi bir şekilde öğretebiliriz? “Eğer yeni bir hayatın kaybolmasını kabullenmek üzere kişisel ve toplumsal duyarlılığımızı yitirdiysek, toplum için değerli başka kayıpları kabullenmek de gittikçe alışılmış hale gelir.”97

121. Geçmiş yüzyıllardaki hatalı iddiaların üstesinden gelebilecek yeni sentezler geliştirmeye ihtiyacımız var. Hristiyanlık kendi kimliğine bağlılıkla ve Mesih İsa’dan aldığı zengin emanetle tarihsel durumlardaki değişmeyle verimli diyaloglar içinde bu konular hakkında düşünmeyi sürdürmektedir. Böyle yapmakla ebediyen yeni oluşunu ortaya koymaktadır98.


Uygulamalı Görelilik


122. Saptırlmış insanmerkezcillik, saptırılmış bir yaşam biçimine yöneltir. Apostolik Tembih Evangelii Gaudium’da çağımızın sık görülen uygulamalı görelilik durumunun “doktrinal görelilikten çok daha tehlikeli”99 olduğuna dikkat çekmiştim. İnsan türü kendisini merkeze yerleştirdiğinde kendi yararına bir öncelik oluşturur ve tüm diğer her şey göreli hale geliverir. Bu nedenle her yerde hazır teknokratik değerler dizisini ve sınırsız insan gücü kültü ile bağlı olarak göreliliğin, bir şey bir kişinin o andaki çıkarına uygun değilse önemsiz görmesi şeklinde artışı ile karşılaştığımızda şaşırmamak gerekiyor. Farklı davranışların bir diğerini beslediği, çevresel yıkım ve toplumsal bozunmaya gittiği bu durumda bir mantık bulunuyor.


123. Görelilik kültürü bir kişinin diğeri üzerinden çıkar sağlaması, başkalarına eşya gibi davranması, zorla çalıştırmak ya da borçlarını ödemeleri için köleleştirmek gibi yollar yönelten hastalıkla aynı şeydir. Çocukların cinsel sömürüsü ya da artık bir yararı olmayan yaşlıların terkedilmesi de aynı düşüncenin ortaya çıkardığı durumlardır. Bu aynı zamanda şu sözleri sarfedenlerin de düşünce yapısını gösterir: Ekonomiyi düzenlemek için pazarın görünemeyen gücüne imkan verelim; ve toplum ve doğa üstündeki yanal hasarları olarak etkilerine bakalım. Objektif gerçeklerin ve sabit ilkelerin yokluğunda kendi arzularımızın ve anlık ihtiyaçlarımızın tatmini söz konusu olduğunda, insan ticaretini, organize suçları, uyuşturucu ticaretini, kanlı elmas ticaretini ve tehlikedeki türlerin kürklerinin satışını ne sınırlayabilir? Bu, yoksulların organlarını nakil ya da deneysel amaçla satın alan, ebeveynleri istemediği için çocukları ortadan kaldıran aynı göreli mantık değil mi? Aynı zihniyet, “kullan ve at” mantığını doğuruyor ve gerçekten ihtiyacı olandan fazlasını tüketme hastalığı bu kadar çok atığa neden oluyor. Kültürün kendisi çürüyüp objektif gerçekler ve evrensel geçerliliği olan ilkeler artık dikkate alınmadığında yasalar sadece önlenebilir keyfi uygulamalar ve engeller olarak görüldüğünden politik çabaların ve yasal güçlerin çevreyi etkileyen faaliyetleri önlemek için yeterli olduğunu artık söyleyemeyiz.


Çalışmayı korumanın gerekliliği


124. Bütüncül ekolojiye insan türünü dışlamadan tanımsal yaklaşım, Aziz II: Jean Paul’un Encyclical Laborem Exercenes’te bilgece dikkat çektiği gibi, emeğin değerini dikkate almayı gerektirir. Kutsal Kitap’ta yaratılış anlatısında Tanrı erkeği ve kadını yaratmış olduğu bahçeye yerleştirdi (Yar. 2, 15), onu sadece koruması için değil (bakmak), fakat aynı zamanda verimli kılması için (toprağı işlemek) bunu yaptı. Bu nedenle işçiler ve zanaatkârlar “yaratılmış dünyaya sağlamlık verirler” (Sir. 38, 34). Yaratılmış dünyanın sağduyulu yolla geliştirilmesi, ona bakmanın en iyi yoludur, bu Tanrı’nın varlıklara yerleştirdiği kedi potansiyelini ortaya çıkarması için O’nun tarafından kullanılan araçlar haline gelmemizin yoludur: “Tanrı yeryüzünde ilaçları var etmiştir, Akıllı adam bu ilaçları küçümsemez” (Sir. 38,4).


125. İnsan soyu ve etrafımızdaki dünya arasındaki uygun ilişkiyi düşündüğümüzde çalışmanın doğru anlaşılması gerektiğini görürüz; İnsan türü ve nesneler arasındaki ilişki hakkında konuşursak tüm insan faaliyetlerinin anlamı ve amacı hakkında sorular yükselmeye başlar. Bu sadece el ya da tarım işçilği ile ilgili değil, toplumsal rapor hazırlamaktan teknolojik gelişim tasarımına kadar giden varolan gerçekliği düzenlemeyi içeren her tür aktiviteyi içine alır. Her tür çalışma biçiminin altında, bizim dışımızdakilerle yapabileceklerimiz ve yapmamız gerekenler demek olan ilişkiler kavramı bulunur. Assisili Aziz Fransua’nın hayranlık dolu kontemplasyonunda bulacağımız gibi, Hristiyan manevi geleneği, örnek olarak Çok Mutlu Charles de Foucould ve onu izleyenlerin örneğinde olduğu gibi, çalışmanın anlamı için zengin ve dengeli bir anlayış geliştirmiştir.


126. Monastisizmin büyük geleneğine de bakabiliriz. Asıl olarak dünyadan bir tür uzaklaşma, şehirlerin çöküşünden bir kaçıştır. Keşiş, Tanrı’nın huzuruna ermek için en iyi yerin çöl olduğunu düşünerek çölde arayışa geçer. Sonrasında Norcialı Aziz Benediktus kendi keşişlerine bir cemaat içinde dua ederek ve el işi yaparak ruhsal okumalarla (ora et labora) bir arada yaşamayı teklif etti. El işçiliğini ruhsal bir araç olarak görmek, devrimci bir yaklaşımdı. Kişisel gelişme ve kutsallaşma toplanma ve çalışmanın birlikteliğiyle yaşanmaya başlandı. Çalışmanın bu şekilde yaşanması bizim çevreye karı daha korumacı ve saygılı olmamızı sağlar; dünya ile ilişkilerimizi daha sağlıklı bir ağırbaşlılıkla bütünleştirir.


127. Sanırız ki “tüm ekonomik ve toplumsal yaşamın kaynağı, odağı ve amacı insandır”100. İnsanın kontemplasyon ve hürmet kapasitesi zarar gördüğünden, çalışmanın yanlış anlaşılması kolaylaşmıştır101. Kadın ve erkeğin “kendi paylarını geliştirme, daha yüksek ahlaki seviyeye erişme ve ruhsal niteliklerini geliştirebilme”102 kapasitesi olduğunu, ahlaki gelişmelerini daha ileri taşıyabileceklerini hatırlamamız gerekiyor. Yaşamın, yaratıcılık, geleceği planlama, Tanrı vergisi yetenekleri geliştirme, değerlere uygun yaşama, başkalarıyla iletişim kurma, Tanrı’yı yüceltme gibi pek çok özelliğinin dahil olduğu bu zengin kişisel gelişim için, çalışma hayatı düzenlenmelidir. Bunun ardından, günümüzün küreselleşen toplumunun gerçekliğinde “herkes için sürekli bir işe sahip olma amacının önceliğini sürdürmek”103 gereklidir; iş hayatının sınırlı çıkarları ve değişken ekonomik gerekçeler bu konuda engel oluşturmamalıdır.


128. Çalışmak için bir çağrıya sahip olarak yaratıldık. Amaç, teknolojik gelişmenin artan bir şekilde insan çalışmasının yerini alması değildir, çünkü bu insanlık için zararlı olacaktır. İş bir gerekliliktir, yeryüzündeki yaşamın anlamının bir parçasıdır, insanlığın gelişimi ve kişisel tamamlanma için bir gelişme yoludur. Yoksullara finansal yardım, ihtiyaçların artan baskısı karşısında daima geçici bir çözüm olmalıdır. İş sayesinde daha saygın bir hayata ulaşmak imkânı daima daha geniş bir amaç olarak belirlenmelidir. Ekonominin yönü halen, çalışan işçi sayısının azalması ve yerlerini makinelerin alması ile azalan üretim maliyetlerine imkân veren teknolojik gelişimi övme eğilimindedir. Bu henüz kendimize karı çalışabildiğimiz başka bir yoldur. “her biri yadsınamaz biçimde uygarlıkla birlikte ortaya çıkmış olan kurallara güven, bağımlılık ve saygı ilişkileri ağı, toplumsal sermayedeki artan aşınma yoluyla”104 iş kaybının ekonomi üzerinde de olumsuz bir etkisi olmaktadır. Başka bir deyişle “insan maliyeti her zaman ekonomik maliyeti de içerir ve ekonomik işlevsizleşme her zaman insan maliyetini gerektirir”105. Kısa vadede daha fazla finansal kazanç için insana yatırımı durdurmak toplum için kötü bir iştir.


129.İş sağlamayı sürdürmek üzere, üretim çeşitliliği ve işte yaratıcılığı öne çıkaran bir ekonominin teşviki sağlanmalıdır. Örneğin, karaların ölçülü bir bölümünü kullanarak ve az atık oluşturarak küçük tarım alanlarında, meyve bahçeleri ya da bahçelerde, avlanarak, vahşi doğadan hasat yaparak ya da yerel balıkçılıkla dünya halkının büyük kısmını besleyen küçük ölçekli gıda üretim sistemleri çok büyük çeşitlilik göstermektedir. Ölçek ekonomileri özellikle tarım konusunda küçük üreticileri tarlalarını satmak ya da geleneksel üretim yöntemlerini bırakmak konusunda zorlamaktan vazgeçmiş bulunuyor. Bir şeyi diğerine dönüştürmek, çeşitlendirerek yönündeki girişimleri üretim araçlarını farklılaştırma çabaları bölgesel ve küresel pazarlarda bağlantı kurma zorlukları ve satış ve nakliye için daha büyük iş çevrelerinin devreye girmesi gibi nedenlerle sonuçsuz kalmıştır. Yerel yöneticilerin, küçük üreticileri ve farklılaşmış ürünleri desteklemek için açık ve sağlam ölçütler isteme hakkı ve yükümlülüğü bulunmaktadır. Herkesin etkin bir şekilde ekonomik özgürlükten yararlanabilmesi için, daha büyük kaynaklara ve finansal güce sahip olanların sınırlandırılması gereklidir. Gerçekte pek çok insanın bunu elde etmesi zorlaşmış ve bir işte çalışabilme olanakları daralmışken, ekonomik özgürlükten söz etmek politikayı lekeleyen çelişkili bir konuşma haline elmektedir. İş adamlığı, soylu bir görevdir, refah üretmek ve dünyamızı geliştirmek gibi bir amacı vardır. Özellikle herkesin yararına hizmet etmek için, kendi payına istihdam yarattığı durumlarda, İşlev gördüğü alanlarda verimli bir refah kaynağı olabilir.


Yeni Biyolojik Teknolojiler


130. İfade etmiş olduğum insan varlığı ve yaratılışa felsefi ve teolojik bakışta mantık ve bilgi ile donatıldığı, bunun dışlanacak harici bir faktör olmadığı açıktır. Bitkilere ve hayvanlara insan müdahalesi, insan yaşamının gereksinimleri söz konusu olduğunda izin verilebilir konulardır. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri hayvanlar üzerinde deneylerin “akılcı sınırlar dahilinde yapıldığı takdirde (ve) insan yaşamına bakım sağlamak ya da kurtarmak söz konusu olduğunda”106 ahlaki olarak kabul edilebilir olduğunu belirtmektedir. Din ve Ahlak İlkeleri, insan gücünün sınırları olduğunu ve “gereksiz yere hayvanların acı çekmesine ya da ölmesine sebep olmanın, insan haysiyetine aykırı olduğu”nu 107ısrarla ifade ediyor. Bütün bu tür uygulamalar ve deneylerin “yaratılışın bütünlüğüne dinsel saygıyı taşıması gerekliliği” 108vardır.


131.Burada, diğer alanlarda, aynı anda gerçekleşen bu tür müdahaleler dikkate alınmaksızın ekosistemin bir alanına müdahale etmenin mümkün olamayacağına” dikkat çekerken, bilimsel ve teknolojik gelişmenin yararlarını vurgulamak için “Tanrı’nın yaratıcı faaliyetlerine katılmak için insana yaptığı çağrının soyluluğunu”109 kanıt olarak gösteren Aziz II. Jean Paul’ün dengeli tutumunu hatırlamak istiyorum. “Genetik gibi diğer disiplinler tarafından desteklenen moleküler biyoloji çalışmaları ve uygulamalarından ve bunun tarım ve endüstrideki teknolojik uygulamalarının”110 sonuçlarının yararlarını Kilise’nin takdir ettiğini açıklığa kavuşturmuştur. Fakat aynı zamanda bu tür müdahalelerin olumsuz etkilerini yok sayan “gelişigüzel genetik mutasyon”111 a da yönlenilmemesi gerektiğini belirtmiştir. İnsanın yaratıcılığı baskılanamaz. Bir sanatçının yaratıcılığını kullanması durdurulamayacağı gibi, bilim ve teknolojiyi geliştirmek üzere başkalarına hizmet etmek üzere Tanrı vergisi yeteneklere sahip olanlar da bu yeteneklerini kullanmaktan men edilemezler. Her zaman dikkate değer riskler içeren gücün bir türü olan bu insan faaliyetlerinin amaçları, etkileri, bağlamları ve etik sınırları tekrar tekrar düşünmemiz gerekiyor.


132.Bu durumda, içinde bulunduğumuz maddi gerçeklikte mevcut potansiyel sömürü uğruna biyoteknoloji yoluyla genetik mutasyonu içeren insan müdahalesi hakkındaki her tür düşünce için bu, doğru bir çerçevedir. Mantığa karşı imana saygı ekonomik çıkarların etkilemediği araştırmalar yoluyla biyoloji bilimine yakın ilgi göstermeye çağırır, bize biyolojik yapılar, olasılıklar ve mutasyonlar hakkında çok şey öğretebilir. Doğaya yapılacak her tür yasal müdahale “Tanrı’nın amaçladığı şekilde kendi yolunda, yaratılışın gelişimine saygı içinde”112 olmalıdır.


133. Genetik modifikasyon (GM) hakkında genel bir yargıya varmak, hem bitkiler ve hayvanlar hem de tıbbi ve tarımsal alanda, kendi içlerinde çok byük çeşitlilik taşıdığı ve özel bir dikkat gerektirdiği için oldukça güçtür. Taşıdığı riskler her zaman kullanılan teknikle ilişkili değil, fakat daha çok uygunsuz ve aşırı uygulamalar nedeniyle önemlidir. Aslında genetik mutasyonlar her aman olduğu ve olmaya devam ettiği gibi, doğanın kendisi tarafından gerçekleştirilir. Mutasyonlara iİnsan müdahalesi, modern bir fenomen değildir. Hayvanları evcilleştirilmesi, türler arasında çaprazlama, diğer eski ve evrensel olarak kabul edilmiş uygulamalar örnek olarak verilebilir. GM tahıllardaki bilimsel gelişmenin, anlık bir şekilde bitki genomuna modifiye olan doğal bakterilerin gözlenmesiyle başladığını hatırlayalım. Yine de doğada bu süreç yavaştır ve her ne kadar birkaç yüzyıllık bir bilimsel gelişme süreci söz konusu olsa da çağdaş teknolojinin gelişimiyle artan hızlı adımlarla karşılaştırılamaz.


134. Bununla birlikte GM tahılların insan türü üzerinde zararlı etkisi olabileceğine dair kesin bir kanıt bulunmamaktadır ve bazı bölgelerde bunların kullanımı sorunların çözümüne yardımcı olan ekonomik büyümeyi sağlamış, öngörülemeyecek bazı zorluklar kalmıştır. Pek çok yerde bu ürünlerin tanıtımını takiben verimli alanlar “sömürülen toprakların kaybıyla birlikte doğrudan üretimden çekilmek zorunda kalan küçük üreticilerin gelişimsel yokoluşları”na113 bağlı olarak birkaç kişinin elinde toplanmıştır. Bu savunmasız kişilerin çoğu geçici işçi olmuş, bir kısmı da şehirlerin yoksulların bulunduğu bölgelerine göç etmiştir. Bu ürünlerin yayılması ekosistemin karmaşık iş ağını yıkmak, ürün çeşitliliğini azaltmak ve şimdi ve gelecekte bölge ekonomilerini etkilemek gibi etkiler göstermiştir. Çeşitli ülkelerde tahıl üretimi için oligopolilerin yayıldığını ve onların yetiştirilmesi için diğer ürünlerin gerektiğini görüyoruz. Bu bağımlılık kısır tohumların üretimini ağırlaştırmış, çiftçilerin daha büyük üreticilerden satın alması mecburiyetini doğurmuştur.


135. Elbete bu konular etik uygulamaları nedeniyle sürekli bir dikkat ve endişe gösterilmesini gerektirmektedir. Tüm elverişli bilgileri dikkate alacak kapasitede ve her şeyi ismiyle belirtecek türde bilimsel ve sosyal, geniş kapsamlı bir tartışma yapılmalıdır. Genellikle tam bir bilgi ortaya konmadan, politik, ekonomik ya da ideolojik özel çıkarlar temel alınarak seçilmiş konuların olduğu bazı tartışmalar yapılmaktadır. Bu, ilgili çeşitlilikleri dikkate alacak, farklı sorularla dengeli ve sağduyulu bilgiye ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Çiftçileri, tüccarları, sivil yetkilileri, bilim adamlarını, tohum üreticilerini, kullanılan alanlara yakın yaşayanları ve diğerlerini doğrudan ya da dolaylı etkilenen herkesi kapsayan tartışmalara ihtiyaç vardır, onların sorunları ve endişeleri ele alınabilir ve şimdi ve gelecekte herkesin yararına kararlar alabilmek üzere yeterli ve güvenilir bilgiye erişim sağlanabilir. Bu karmaşık bir çevresel konudur; kapsayıcı bir yaklaşım gerektirmektedir ve en azından bağımsız, disiplinlerarası araştırmaların finansmanı için büyük çaba sarf edilmeli ve sorun yeni bir perspektifle incelenmelidir.


136. Diğer taraftan bazı ekoloji hareketler çevrenin bütünlüğünü savunup haklı olarak bilimsel araştırmalara belli sınırlar konmasını talep ederken, aynı ilkeleri insan yaşamı için uygulamakta yetersiz kalmaktadırlar. Yaşayan insan embriyosu üzerinde yapılan deneyler söz konusu olduğunda tüm sınırları aşmak konusunda bir eğilim bulunuyor. İnsan türünün devredilemez saygınlığının onun ilerleme derecesinden aşkın olduğunu unutuyoruz. Aynı şekilde teknoloji büyük etik ilkeleri dikkate almadığında yasal olarak görülen her tür uygulamayı sona erdirmektedir. Bu bölümde görmüş olduğumuz gibi, etikten kopmuş bir teknoloji kendi gücüne kolay kolay sınır koyamayacaktır.











BÖLÜM DÖRT


BÜTÜNLEYİCİ EKOLOJİ

137. Her şey birbiriyle çok yakından bağlantılı olduğu için ve günümüz sorunları küresel krizin her yönünü dikkate alacak kapasitede bir görüş sahibi olmayı gerektirdiğinden, burada içlerinden bir tanesi açıkça ekolojinin insani ve toplumsal boyutlarına saygı gösteren, bütünleyici bir ekolojinin bazı unsurlarını dikkate almayı öneriyorum.


  1. ÇEVRESEL, EKONOMİK VE TOPLUMSAL EKOLOJİ


138. Ekoloji, yaşayan organizmalarla onların geliştiği çevre arasındaki ilişkiyi ele alır. Bu, zorunlu bir şekilde yaşamak ve toplum içinde hayatta kalmak ve gelişme, üretim ve tüketimin belli modellerini sorgulamak için gereken dürüstlüğün sağlanması için gerekli koşullar hakkında düşünce ve tartışmaları beraberinde getirir. Her şeyin birbiri içinde nasıl bağlı olduğuna yeterince vurgu yapamaz. Zaman ve mekân birbirinden bağımsız kavramlar değildir ve atomlar hatta atomaltı parçacıklar bile izole edilerek incelenemez. Gezegenin farklı özellikleri olan –fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikler – birbirleriyle bağlantılıdır ve yaşayan türler de bizim asla tam anlamıyla keşfedip anlayamayacağımız şekilde bu ağın birer parçasıdırlar. Genetik kodumuzun büyük bir kısmı pek çok yaşayan varlıkla ortaktır. Bilginin parçalanması ve bilgi parçalarının birbirinden ayrı olarak ele alınması gerçeğin geniş görüş açısı içinde bütünleştirilmedikçe aslında bir tür cehalet haline dönüşebilir.


139. “Çevre” dediğimiz zaman, gerçekte doğa ve o doğada yaşayan topluluk arasında var olan ilişkiden söz etmiş oluruz. Doğa bizden ayrı bir şey ya da içinde yaşadığımız basit bir düzen olarak görülemez. Bizler, doğanın içine dahil olan, onun parçası olan varlıklarız ve bu nedenle sürekli onunla bir etkileşim içindeyiz. Bir bölgenin neden kirlenmiş olduğuna dair nedenleri bilmek, toplumun, bu toplumun ekonomisinin, davranış kalıplarının ve gerçekliği ele alma yöntemlerinin incelendiği bir çalışma yapmayı gerektirir. Değişim ölçeği verildiğinde sorunun her bir parçası için özel, farklı bir yanıt bulmak mümkün değildir. Doğal sistemin içerisinde sosyal sistemle mevcut etkileşimi dikkate alan kapsayıcı çözümler araştırmak esas olmalıdır. Biri çevresel ve diğeri sosyal olan iki farklı krizle yüz yüze bulunuyor değiliz, burada hem sosyal hem çevresel yönü olan karmaşık bir krizle karşı karşıyayız. Çözüm stratejileri, yoksulluğu yenmek, dışlanmış olan saygınlığı yeniden kurmak ve doğayı korumak için bütünleyici bir yaklaşım oluşturulmasını gerektirmektedir.


140. Somut bir görevin çevresel etkilerini belirlerken dikkate alınacak faktörlerin sayısı ve çeşitliliğine göre, araştırmacılara etkileşimlerini kolaylaştıracak ve akademik özgürlüğün genişliğini temin edecek şekilde görev verilmesi esastır. Süregiden araştırmalar, bugün “ekosistemler” olarak adlandırdığımız, farklı türlerin, daha büyük birimler içindeki davranışlarını ortaya koyarak nasıl birbirleriyle etkileşim içinde olduğunu daha iyi anlamamıza olanak veriyor. Bu sistemleri, sadece onları nasıl kullanacağımızı belirlemek için değil, aynı zamanda yararlarından bağımsız olarak sahip oldukları temel değerleri de belirlemek için dikkate almamız gerekiyor. Tanrı tarafından yaratılmış olan her bir organizma, iyidir ve hayranlık uyandırıcıdır; aynısı, belirli bir var olan ve sistem olarak işlev gösteren, organizmaların uyuu birliği için de doğrudur. Her ne kadar genellikle bunun farkında olmasak da kend varoluşumuz bu daha büyük sistemlere bağımlıdır. Bunu anlamak için ekosistemlerin karbon dioksiti nasıl dağıttığı, suyu temizlediği, hastalıkları ve salgınları kontrol ettiği, toprağı şekillendirdiği, atıkları parçaladığı, dikkat etmediğimiz ya da bilmediğimiz pek çok diğer şeyi hatırlamamız yeterlidir. Bunun bir kez farkına varınca, pek çok insan daha önceden bize verilmiş olan, bizim varlığımızdan ve becerilerimizden üstün bir gerçekliğin üzerinde yaşayıp faaliyet gösterdiğimizi fark edecektir. Böylece “sürdürülebilir kullanım” derken, her bir ekosistemin farklı alanları ve yönleri ile yenilenebilirliğine dikkat edilmelidir.


141. Ekonomik büyüme, kendi açısından öngörülebilir reaksiyonlar ve prosedürleri sadeleştirme ve maliyeti düşürme amacıyla kesin standartlar oluşturma eğilimindedir. Bu, gerçeğin daha geniş bir bakış açısıyla ele alınması olanağı verebilecek olan “ekonomik ekoloji” için bir ihtiyacı ortaya koyar. Çevrenin korunması, aslında “gelişme sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır ve ondan ayrı olarak düşünülemez”114. Acilen ekonominin de aralarında olduğu farklı bilgi alanlarını, daha bütünleyici ve birleştiren bakış açısına hizmet edecek şekilde bir araya getirebilecek kapasitede hümanizme ihtiyacımız var. Günümüzde, çevre sorunlarının analizi insanın, ailenin, iş ilişkilerinin ve şehrin bağlamlarından ayrı ele alınamadığı gibi, bireylerin de başkalarıyla ve çevre ile ilişkilerini incelemeye götüren bu bağlantılarını da kapsamak zorundadır. Ekosistemler ve toplumsal etkileşimin çeşitli katmanları arasında kendisini “bütün, parçadan büyüktür”115 ifadesi ile gösteren bir karşılıklı ilişki mevcuttur.


142. Her şey birbiri ile bağlantılı ise bir toplumun kurumlarının sağlığı çevrenin ve insan yaşamı kalitesinin bir sonucudur. “Dayanışmaya ve kent dostluğuna karşı her tür şiddet çevreye zarar verir”116. Bu bağlamda, toplumsal ekolojinin kurumsallaşması ve yavaş yavaş birincil toplumsal grup olan aileden daha geniş ölçekte bölgesel, ulusal ve uluslararası komitelere doğru genişlemesi gereklidir. Kurumlar her bir toplumsal tabaka içinde ve bunların arasında insan ilişkilerini düzenleyip geliştirir. Bu kurumları zayıflatan her şey adaletsizlik, şiddet ve özgürlüğün yitirilmesi gibi olumsuz durumlarla sonuçlanır. Belli sayıda ülkelerde kurumsal etkinlik görece zayıf durumdadır, bu da bu durumdan yarar sağlayanların iyiliğine fakat kendi halklarının zararına büyük sorunlar oluşturur. Bu ülkelerin yönetiminde, sivil toplumun çeşitli kademelerinde ya da bireler arasındaki ilişkilerde yasalara saygı göstermemek daha yaygın hale gelir. İyi bir şekilde belirlenmiş yasalar, ölü sözcükler olarak kalır. Bu durumlarda, yasaların ve düzenlemelerin çevreyi gerçekten etkin bir şekilde yönlendirebileceğini umuyor muyuz? Örneğin bu ülkelerde ormanların korunması için gayet açık yasalar varken, yasaların defalarca ihlal edilmesi karşısında kimsenin ses çıkarmadığını biliyoruz. Dahası bir alanda ortaya çıkan durumlar başka alanları doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyebiliyor. Bu nedenle örneğin, varlıklı toplumlarda uyuşturucu kullanımı, davranışların çürüdüğü, yaşamların yıkıldığı, çevrenin devamlı tahrip edildiği yoksul bölgelerden ihraç edilen ürünlere sürekli ve artan bir talep doğurmaktadır.


II. KÜLTÜREL EKOLOJİ


143. Doğa mirasının yanı sıra tarihi, sanatsal ve kültürel miraslar da tehdit altındadır. Bu miras her yerin ortak kimliğinin bir parçası ve oturulabilir kentlerin inşa edildiği bir temeldir. Bu, yaşamak için her zaman daha çekici olmayan çevreye daha saygılı kentleri yıkıp yerine yenilerini yapmak konusu değildir. Orijinal kimliklerini korumak üzere tarih, kültür ve mimarilerini bütün olarak muhafaza etme ihtiyacı söz konusudur. Ekoloji, geniş anlamıyla insanlığın kültürel hazinesini korumayı da içine alır. Daha ayrıntılı ifade edersek, çevre sorunları üzerinde çalışırken, bilimsel – teknik dil ile halkın dili arasında diyalog oluşturmaya öncelik vererek yerel kültürlere daha fazla dikkat çekmeye çalışılır. Kültür, geçmişten gelen mirastan daha fazlasıdır; Bu miras la birlikte, insan türü ve çevre arasındaki ilişkiyi tekrar düşünürken asla dışlayamayacağımız, geçmişten gelen mirasın ötesinde bir yaşam, dinamik ve mevcut gerçekliğe katılımdır.


144. Günümüzün küresel ekonomisi ile teşvik edilen insan türünün tüketimci yaklaşımı, tüm insanlık mirasının sonsuz çeşitliliğini sınırlayarak kültürler üzerinde derecelendirme etkisi oluşturmaktadır. Tek tip düzenlemeler ya da teknik müdahaleler yoluyla tüm sorunları çözmeye kalkışmak toplumun tüm üyelerinin aktif katılımını gerektiren yerel sorunların karmaşıklığına yüksekten bakmaya neden olabilir. Yeni işlemlerin şekillendirilmesi her zaman dışarıdan ihraç edilen çerçevelere uyum gösteremeyebilir, yerel kültürün kendisi üzerine kurulması gerekebilir. Yaşam ve dünya dinamik gerçeklikler olduğuna göre dünyaya göstereceğimiz özen de esnek ve dinamik olmalıdır. Sadece teknik çözümler kullanmak, belirtileri iyileştirmek ve daha altta yatan ciddi sorunları görmezden gelmeye yol açabilir. Halkların ve kültürlerin haklarına saygı ve kültürel bağlamda yer alan tarihsel bir gelişimi olduğu farzedilen toplumsal grupların gelişimine ve kendi kültürlerinin içinden yerel halkın aktif ve sürekli müdahale taleplerine dikkat etmek gereklidir.


145. Çevre sömürüsü ve tahribatının çoğu yoğun şekli sadece yaşam biçimleri ile yerel toplumların ortaya çıkardığı atıklar yüzünden değil fakat uzun süreli kültürel kimlik, yaşam ve cemaat biçimlerinin duyarlılıklarının ve sosyal yapılarının bozulması şeklinde görülür. Bir kültürün ortadan kalkması bitki ya da hayvan türlerinin ortadan kalkması kadar hatta daha da fazla ciddi bir durumdur.


146. Bu açıdan, yerel cemaatlere ve onların kültürel geleneklerine özel bir özen göstermek son derece gereklidir. Onlar diğerleri arasında sadece bir azınlık değildirler, onların topraklarını etkileyecek büyük projeler teklif edildiğinde katılımcılar arasında bulunması gereken esas taraflardan olmalıdırlar. Onlar için, toprak sadece yerleşim yeri değil, Tanrı’dan ve orada istirahat etmekte olan atalarından klan bir armağan, kimliklerini ve değerlerini korumak istiyorlarsa oradaki varlıklarla etkileşim içinde olmaları gereken kutsal bir yerdir. Onlar topraklarında kalmayı sürdürdükçe oraya en iyi şekilde bakacaklardır. Yine de dünyanın çeşitli yerlerinde, bağ ve kültürün yok olmasını dikkate almadan, tarım arazileri oluşturmak ya da madencilik projeleri için topraklarını terk etmeye zorlanmaktadırlar.



III. GÜNLÜK YAŞAMIN EKOLOJİSİ


147. Gerçek gelişme, insan yaşam kalitesinde bütünleyici bir gelişme için çabayı içerir ve bu da kendi hayatlarını yaşayan insanların düzenlerine dikkat etmekle sağlanır. Yaşamın düzeni düşünme, hissetme ve hareket etme biçimimizi etkiler. Odalarımızda, evlerimizde, işyerlerimizde ve komşuluklarımızda kendi kimliğimizi ifade biçimi olarak çevremizi kullanırız. Çevreye uyum için her türlü çabayı sarf ederiz, fakat düzensizlik, kaotik ya da gürültü ve çirkinlikle dolu bir ortam ve bu tür aşırılıklar kendimizi bütünleşmiş ve mutlu hissetmemizi zorlaştırır.


148. Çevresel sınırlamalara etraflarındaki karşıt etkileri yumuşatarak ve yaşamlarını düzensizlik ve belirsizliğin ortasında yaşamlarını düzenlemeyi öğrenen kişi ve grupların gösterdiği yaratıcılık ve cömertliğe hayranlık duymamak mümkün değildir. Örneğin bina cephelerinin harabe olduğu bazı yerlerde, insanlar evlerinin içine büyük bir özen gösteriyor ya da başkalarının dostluğu ve nezaketi ile memnuniyet duyuyor. Tüm bir sosyal yaşam arzulanmıyor gibi görünen çevreyi aydınlatabilir. Kimi aman sayısız zorluklara rağmen yoksulların oluşturduğu insan ekolojisi övgüye layık olabiliyor. Yoğun nüfusun bulunduğu rezidans bölgelerindeki boğulma hissi yakın ve sıcak ilişkiler geliştirilirse, cemaatler oluşturulursa, çevre sınırlamaları her bir insanın içinde dayanışma ve ait olma duyguları uyandırılarak telafi edilirse ortadan kaldırılabilir. Bu yolla her yer yeryüzündeki cehennemden saygın bir yaşam düzenine dönüştürülebilir.


149. Uyum, açık alan ya da bütünleşme olanaklarının az olduğu aşırı yoksul bölgelerde kötü olaylar ve suç örgütlerinin faaliyetleri bulunabilir. Mega kentlerdeki sabit olmayan komşuluklar, günlük yaşam içindeki aşırı kalabalık ve sosyal olarak tanınmamak; asosyal davranışlar ve şiddeti ortaya çıkaran köksüzlük duygusuna neden olabilir. Her türlü durumda, sevginin daha güçlü olmaya yönelteceğini ısrarla belirtmek istiyorum. Bu koşullardaki pek çok insan ego duvarlarını aşağı indiren ve bencillik engellerini yıkan cemaat deneyimine dönüştürdükleri aşırı kalabalığın içinde ait olma ve birliktelik bağlarını güçlendirebiliyorlar. Bu cemaatle kurtuluş deneyimi genellikle binaların ya da komşuluğun geliştirilmesi için yaratıcı fikirlerin ortaya çıkmasını sağlıyor117.


150. Binaları yapanlar, komşular, meydanlar ve kentler yani yaşam alanları ve insan davranışları arasında karşılıklı ilişki oluşturmak için, insanların düşünce süreçlerini, simgesel dillerini ve davranış yollarını anlamaya yardımcı olacak çeşitli disiplinleri bir araya toplanması gereklidir. Sadece tasarımın güzel olmasını amaçlamak yeterli değildir. Sunacağımız başka türde bir güzellik çok daha değerlidir: İnsanların yaşam kalitesi, çevreye uyum, bir araya gelme ve karşılıklı yardımlaşma. Burada da şehir planlamasında burada yaşayacakların görüşlerini dikkate almanın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.


151. İçinde bulunduğumuz ve bizi bir araya getiren şehirde ait olma, kök salma, “evde hissetme” duygularımızı korumak için ortak alanların korunması, görsel işaretler ve şehir manzaraları da önem taşır. Şehrin farklı bölümlerinin, iyi bir şekilde bir araya gelmesi ve orada yaşayanların bir komşu ile iyi geçinmektense bütüne ait olduklarını hissetmesi ve büyük şehri başkalarıyla paylaştığı bir yer olarak görmemesi de önemlidir. Şehrin ya da yaşanan yerin manzarasını etkileyecek müdahaleler yapılırken bütüne ne çeşitlilikte unsurlar ekleneceği ve orada yaşayanların bunu kendi yaşamlarına hangi açıdan kabul edecekleri de dikkate alınmalıdır. Başkaları artık yabancı olarak değil, “biz”im bir parçamız olarak algılanacaktır, ki oluşturmaya çalıştığımız şey budur. Aynı nedenle, şehir ve köy düzenlemelerinde bazı yerlerin insan müdahalesi ile sürekli değiştirilmesinin önlenmesi ve bu yerlerin korunması yardımcı olacaktır.


152. Dünyanın her yerinde konut eksikliği, hem kırsal bölgelerde hem de büyük şehirlerde devlet bütçesi sadece talebin az bir kısmını karşılayabildiği için büyük bir sorun oluşturmaktadır. Sadece yoksullar değil, toplumum diğer kesimlerinden insanlar için de ev sahibi olmak zor görünmektedir. Bir ev sahibi olmak kişisel saygınlık ve ailenin gelişimi açısından çok önemlidir. Bu, insan ekolojisi için ana bir konudur. Bazı yerlerde eğreti gecekondu kasabaları çoğalırken bu komşuluğu geliştirmekten çok onu yerle bir edecek gibi görünmektedir. Yoksullar sağlıksız kenar mahallelerde ya da tehlikeli mülklerde oturduğunda “onları yeniden yerleştirme gereği olduğunda acı üstüne acı yığmamak için ilk önce yeterli bilgi verilmeli verilecek ev için seçenekler sunulmalı, insanlar doğrudan sürecin bir parçası haline getirilmelidir”118. Aynı zamanda gidilen şehirde komşularla kaynaşmaları için yaratıcılık gösterilmelidir: “güvensizliği donduran, farklı olanları bir araya getiren, bu birliği gelişmenin yeni unsuruna dönüştüren şehirler ne güzeldir! Mimari tasarımları iletişim kurmak, görüşmek ve birbirini tanımak için olanak sağlayacak şekilde alanlarla dolu olan şehirler ne kadar da göz alıcılar!” 119


153. Şehirlerdeki yaşam kalitesi, ulaşım sistemini kullananlar için kimi zaman gerçekten zorluklara sebep olanları düşünerek ele alınmalıdır. Bir tek kişi ya da birden fazlasının kullandığı arabalar şehirlerde dolaşırken trafik sıkışıklığına, kirlilik seviyesinin artışına ve aşırı miktarda yenilenemez enerjinin harcanmasına sebep olmaktadır. Bu, daha fazla yol ve şehir görünümünü işgal eden park alanları yapılmasını gerektirmektedir. Pek çok uzman, toplu ulaşıma öncelik verilmesi konusunda görüş birliği içindedir. Bazı büyük şehirlerde kalabalık, rahatsızlık, seyrek servis, güvenlik eksikliği gibi insanları insan haysiyetine ters bir konumda bırakan sistemin kendisinde konularda bazı temel değişimler yapılmadan toplumun kolayca kabul edemeyeceği bazı önlemlerin alınmasına gerek vardır.


154. İnsan olarak haysiyete saygı hususu şehir yaşamına katlanma zorunluluğunun kaotik gerçekliği nedeniyle sık sık sarsılır. Bazı temel hizmetlere erişim olanağı olmayan kimi kırsal bölge toplulukları ya da hakları olmaksızın hatta daha saygın bir yaşam ümidi olmadan neredeyse köleliğe indirgenmiş koşullarda alışan işçilerin yaşadıklarını yok sayarak terk etmeyi henüz düşünmemeliyiz.


155. İnsan ekolojisi başka bir derin gerçeği daha karşımıza çıkarır: İnsan yaşamı ile doğamıza nakşedilmiş ve daha haysiyetli bir yaratılış için gerekli olan doğal yasa arasındaki ilişki. Papa XVI. Benediktus “insanın ekolojisi”nden söz ederken “insan da bir doğaya sahiptir ve ona saygı göstermelidir; onun iradesini manipüle edemez”120 demiştir. Bedenimizin bizde, bizzat çevre ile ve diğer yaşayan varlıklarla doğrudan bir ilişki kurduğunu bilmek yeterlidir. Bedenimizi Tanrı’nın bir armağanı olarak kabul etmek, kendi bedenimiz üzerinde mutlak güç sahibi olmaktan hoşlandığımız ve genellikle kurnazca bizi yaratılış üzerinde mutlak güç sahibi olmaktan hoşlanmaya götüren bir düşünce yerine, tüm dünyayı Peder’in bir armağanı ve ortak yuvamız olarak kabul edip kucaklamak üzere hayati bir önem taşır. Kendi bedenimizi kabul etmek, ona bakım göstermek ve ona tam anlamıyla saygı göstermek her türlü samimi insan ekolojisi için temel bir gerekliliktir. Farklı biri ile karşılaştığımda kendimi tanıyabileceksem, kendi bedenimizi dişilliği ya da erilliği içinde değerlendirmek bir gerekliliktir. Bu şekilde Yaratıcı Tanrı’nın eseri olan başka bir kadın ya da erkekteki özel armağanları sevinçle kabullenebiliriz ve karşılıklı zenginleşebiliriz. “cinsel farklılıkları dikkate almamak, onlarla nasıl yüzleşileceğini bilmemeye neden olacağından”121 sağlıklı bir tutum olmayacaktır.


IV. HERKESİN İYİLİĞİ İÇİN GEREKEN İLKELER


156. İnsan ekolojisi ortak yarar kavramından ayrılamaz, sosyal ahlakın merkesi ve birleştiren bir ilkesidir. Ortak yarar “sosyal grupların ve onların tek tek üyelerinin görece eksiksiz ve kendi tamlıklarına erişmeye hazır olmalarına imkân veren bu koşulların toplamıdır”122


157. Herkesin yararı ilkesinin altında insanın şahsına saygı kadar, onun bütünsel gelişimine yönelik temel ve yadsınamaz haklarına saygı da bulunur. Aynı zamanda toplumun refahı, çeşitli ortalama grupların gelişimi, yetki ikamesi ilkesinin uygulanması da bu kavramın kapsamı içindedir. Toplumun temel hücresi olan aile, bu grupların içinde seçkin bir gruptur. Son olarak, herkesin yararına ilkesi toplumsal barışı, istikrarı ve dağıtılan adalet için özel bir endişe olmaksızın başarılamayacak güvenliği sağlar; bu tahrip edildiğinde daima şiddet ortaya çıkar. Bir bütün olarak toplum ve özel olarak devlet herkesin yararını savunmak ve desteklemekle yükümlüdür.


158.Adaletsizliğin yaygın olduğu ve artan sayıda insanın temel insan haklarından yoksun ve harcanabilir sayıldığı küresel toplumun mevcut durumu dikkate alınınca, herkesin yararı ilkesinin mantıksal ve yaşamsal olarak bir an önce devreye girmesi gerektiği en yoksul erkek ve kız kardeşlerimiz için bir dayanışma ve tercih edilen seçenek haline gelmesi gerektiği açıktır Bu seçenek, dünyanın yararına evrensel sonun uygulanmasını tanımayı beraberinde getirir. Fakat Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium’da123 belirtmiş olduğum gibi, her şeyden önce inananlar olarak en derin kanaatlerimizin ışığında yoksulların sonsuz haysiyetine dikkat etmeyi gerektirir. Bu seçeneğin herkesin yararına etkin bir şekilde ulaşmak için temel bir ahlaki zorunluluk olduğu gerçeğini görmek için sadece çevremize bakmak yeterli olacaktır.


V. KUŞAKLAR ARASINDA ADALET


159. Herkesin yararına kavramı gelecek nesillere kadar uzanır. Küresel ekonomik krizler acı verdiği açık olan ortak geleceğimizi hiçe sayan yıkıcı etkiler yapmıştır ve bu bizden sonra gelenleri de kapsamaktadır. Nesiller arası dayanışmayı dışlayarak sürdürülebilir gelişmeden söz etmek mümkün değildir. Gelecek nesillere bırakmakta olduğumuz dünyanın nasıl bir yer olduğunu düşünmeye başlarsak, olaylara daha farklı bir gözle bakarız; dünyayı bize karşılıksız verilmiş ve diğerleriyle paylaşmamız gereken bir armağan olduğunu fark ederiz. Dünya bize verilmiş olduğu için, artık onu, etkisi ve üretkenliği bireysel yararımıza çalışan tamamen faydacılık açısından görmemeye başlarız. Nesiller arası dayanışma bir seçenek değildir, daha çok temel bir adalet sorunudur, çünkü almış olduğumuz dünya aynı zamanda bizden sonra gelenlere de aittir. Portekiz episkoposları bizi adalet yükümlülüğünü tanımaya çağırıyorlar: “Çevre, alma mantığının bir parçasıdır. Bu bir sonrakine aktarılması gereken ve her nesile olan bir borçtur”124. Bütüncül ekoloji, bu geniş kapsamlı görüş açısıyla belirlenmiştir.


160. Bizden sonra gelecek olanlara, şu anda büyümekte olan çocuklara nasıl bir dünya bırakmak istiyoruz? Bu soru, çevreyi yalıtılmış bir endişe olmaktan çıkartır; bu konu bölük pörçük ele alınamaz. Arkamızda ne tür bir dünya bırakmak istediğimizi sorduğumuzda öncelikle genel yönünü, anlamını ve değerlerini düşünürüz. Bu daha derin konularla uğraşmaya başlamadan, ekoloji için endişemizin önemli sonuçları olacağına inanmıyordum. Fakat bu konular cesaretle ele alınırsa diğer önemli soruları amansızca sormaya başlarız: Bu dünyadaki yaşamımızın amacı nedir? Neden buradayız? Tüm yaptıklarımızın ve çabalarımızın amacı nedir? Dünyanın bize sahip olmaya neden ihtiyacı var? Bu yeterli değildir, fakat basitçe belirtmek gerekir ki, gelecek nesiller için endişelenmeliyiz. Haysiyetimizi neyin tehdit ettiğini görmemiz gerekiyor. Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak öncelikle ve her şeyden önce bizim görevimizdir. Bu konu dramatik olarak bizi etkiliyor, çünkü dünyada geçici bir süre bulunmamızın son amacı budur.


161. Kıyamet günü kehanetleri artık daha fazla ironi ve küçümseme ile karşılanamaz. Gelecek nesillere enkaz, harabe ve pislik bırakabiliriz. Tüketim, atık ve çevresel değişimin adımları dünya kapasitesini aşacak kadar artmış, çağdaş yaşam biçimimizin olduğu gibi sürdürülememesi dünyanın çeşitli bölgelerinde periyodik olarak görülen felaketler olarak artık ortaya çıkmıştır. Mevcut dengesizliğin etkileri sadece şimdi ve buradaki kararlı eylemlerle azaltılabilir. Bu korkunç sonuçları bitirmesi gerekenlerin önünde, sorumluluklarımızı düşünmemiz gerekiyor.


162. Bu sorunla ciddi bir şekilde mücadele etmenin önündeki en büyük zorluk, çevrenin tahribine etik ve kültürel bozunmanın da eşlik etmesidir. Postmodern dünyanın erkek ve kadınları, coşkun bir bireysellikle ve günümüzün benmerkezci anlık hazlarına dalmış olarak yaşamayı seçmektedirler. Bunu aile ve sosyal bağlardaki krizde ve başkasını tanımadaki zorluklarda görüyoruz. Ebeveynler, çocuklarının gittikçe bir eve sahip olmanın ve aile kurmanın zorlaştığını düşündürtecek yönde etkileyen bir düşüncesizlik ve savurgan tüketim eğiliminde olabiliyorlar. Dahası gelecek nesilleri ciddi bir şekilde düşünemememiz, mevcut çıkarlarımızın kapsamını geniş bir şekilde düşünememek ve gelişmeden uzak kalanları dikkate alamamakla da yakından ilişkilidir. Bırakın geleceğin yoksullarını, şu anda dünyadaki yaşamları kısa olan ve artık daha fazla bekleyemeyecek durumda bulunan günümüz yoksullarını düşünün. Bundan dolayı “nesiller arası dayanışma için dürüst bir duyarlılığa ek olarak yenilenmiş nesilleriçi dayanışma için acil ahlaki tutuma ihtiyaç vardır”125.


BÖLÜM BEŞ


YAKLAŞIMLAR VE FAALİYET YOLLARI


163.Şimdiye kadar içinde bulunduğumuz durumu, insanın çevresel yıkıma derin bir şekilde neden olduğu gezegendeki çatlakları göstererek belirtmeye çalıştım. Bu gerçekliği kendi içinde derinlemesine düşündüğümüzde davranış biçimlerimizde bir yön değişiminin gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır, artık, hâlihazırda bizi içine çeken öz yıkım girdabından kaçmamıza yardım edebilecek diyalogun ana yollarını belirtmeye çalışacağız.


  1. ULUSLARARASI TOPLULUKLARDA ÇEVRE HAKKINDA DİYALOG


164. Geçtiğimiz yüzyılın ortalarından itibaren pek çok zorluklar aşılarak, gezegenimizin bir yurt olduğu ve insanlığın da bu ortak vatanda yaşayan tek bir halk olduğu düşüncesi yükselmeye başladı. Dünya ile karşılıklı bir bağımlılık içinde olmak, hepimizi etkileyen belirli yaşam biçimlerinin ve üretim ve tüketim modellerinin olumsuz etkilerine karşı bizi daha bilinçli kılmakla kalmadı; daha da önemişi küresel bağlamda sunulan çözümleri uygulamak için bizi teşvik ederek sadece birkaç ülkenin çıkarlarını savunmakla yetinmemize de yardımcı oldu. Karşılıklı bağımlılık, bizi ortak bir plan çerçevesinde tek bir dünyayı düşünmekle yükümlü kıldı. Son derece büyük teknolojik gelişmeleri gerçekleştiren beceri, şimdiye dek dünya çapındaki derin çevre ve toplum sorunlarını etkin bir şekilde çözmek yolunda aciz kalmıştır. Bu daha derin sorunlarla karşılaşmak için, ülkelerin tek başlarına ve tek taraflı olarak hayata geçirecekleri eylemlerden ziyade küresel bir fikir birliği şarttır. Bu tür bir fikir birliği sürdürülebilir ve çeşitlendirilmiş tarım, yenilenebilir ve daha az kirleten enerji türleri; enerjinin daha etkin kullanımının teşviki, deniz ve orman kaynaklarının daha iyi kullanılmasının teşviki ve içme sularına evrensel erişim hakkı gibi konularda ortak eylem planlarının yürürlüğe konmasını sağlayabilir.


165. Teknolojinin dayandığı yüksek kirlilik yaratan fosil yakıtlar özellikle kömür, ardından petrol ve daha az ölçekte gaz kullanımı gecikmeden başka tür enerji kaynakları ile değiştirilmelidir. Yenilenebilir enerjiye geniş çapta erişim için daha ileri bir çalışma yapılana kadar bu iki kötücül yakıtın kullanımını azaltacak yasal düzenlemeler ya da kısa vadeli çözümler üretilmelidir. Fakat uluslararası toplum, bu enerji değişimi için maliyeti karşılama sorumluluğu hakkında yeterli fikir birliğine ulaşmış değildir. Geçtiğimiz on yılda çevre konuları dikkate değer tartışmalar ve çeşitli taahhütler ve cömert sivil tepkilerle karşılanmıştır. Siyasetçiler ve iş adamları dünyanın karşı karşıya olduğu mücadelenin aciliyeti ile orantılı tepki vermekte yavaş kalmışlardır. Sanayi sonrası dönem tarihteki en sorumsuzca dönem olarak hatırlanabilecek olsa da yirmi birinci yüzyılın şafağında insanlığın büyük sorumluluklarını omuzlayacak cömertliğe sahip olarak hatırlanacağını düşünmek için yine de ümit var.


166. Dünya çapında çevresel hareketlerin dikkate değer ilerleyişinde sivil toplum örgütlerinin yoğun çalışmalarına teşekkür etmemiz gerekiyor. Burada hepsini belirtmek ya da katkılarının tarihini belirtmek maalesef mümkün değil. Fakat çevre sorunları artan bir şekilde toplum gündeminde yer bulduğu ve daha ileri görüşlü yaklaşımları desteklediği için onların çabalarına müteşekkiriz. Buna rağmen geçtiğimiz çevre hakkındaki Dünya Zirvesi politik iradenin zayıflığı, onların çevrenin gerçek anlamı ve etkin küresel fikir birliğinin önemini kavrayamamaları nedeniyle beklentileri karşılayamadı.


167. 1992’de Rio’da yapılan Dünya Zirvesi, anılmaya değer bir toplantıydı. Orada “İnsan soyu, sürdürülebilir gelişme endişesinin merkezinde yer almaktadır”126 diye ilan edilmişti. 1972’deki Stockholm Beyanatı’nda tüm dünyanın ekosisteminin korunması için uluslararası işbirliği gerektiği, kirliliğe neden olanların bunun bedelini üstlenme yükümlülüğü, yürütülen proje ve işlerde çevre değerlendirmesinin yapılma yükümlülüğü öne çıkarılmıştı. Küresel ısınma eğilimi ile mücadele kapsamında atmosfere sera gazı salınımını sınırlama hedefi konulmuştu. Bir eylem planı, biyoçeşitlilik için fikir birliği, ormanlar hakkında ilkelerin belirtilmesi konuları da ele alınmıştı. Bu zirve gerçekten ilerici bir adım, zamanımız için kâhinsel bir toplantıydı Buradaki sözleşmeler, ileriyi görme mekanizmalarının, periyodik geri dönüşlerin ve uygun olmayan durumlarda uygulanacak cezaların yetersizliği nedeniyle tam anlamıyla uygulanmadı. Bu ilkelerin uygulama alanında etkili ve esnek olarak ele alınması halen beklenmektedir.


168. Bu konudaki olumlu deneyimler arasında zararlı atıklar ve onların raporlanması, standartları ve kontrolü hakkında düzenlenen Basel Konvansiyonunu anabiliriz. Etkin uyumluluğu doğrulamak için bölge ziyaretlerini de içine alan vahşi fauna ve floralarda tehlike altındaki türlerin uluslararası ticareti hakkında Konvansiyon da buna bağlı olarak hatırlanabilir. Ozon tabakasının korunması için Viyana Konvansiyonuna teşekkür ediyoruz, Montreal Protokolü sayesinde değişikliğin uygulanması sağlanmıştır ve görünen o ki tabakanın incelmesinde çözüm aşamasına girilmiş bulunuluyor.


169. Biyoçeşitliliğin korunması ve çölleşme ile ilgili konularda endişelerin giderilmesi için çok önemli gelişmeler olmadığını söyleyebiliriz. İklim değişikliği konusunda maalesef çok az ilerleme sağlandı. Sera gazlarının azaltılması konusunda daha güçlü ve en fazla kirliliğe sebep olan ülkelerin payına daha dürüst, cesur ve sorumlu davranmaları gerekiyor. Sürdürülebilir Gelişme hakkında Birleşmiş Milletler Konferansı, “Rio +20” (Rio de Janeiro 2012) geniş ölçekte fakat etkisi olmayan pek çok belgenin yayınlandığı bir konferanstı. Uluslararası kuruluşlar, kendi ülke çıkarlarını küresel herkesin yararından önde tutan ülkelerin aldığı tavır nedeniyle önemli bir ilerleme sağlayamadılar. Gizlemeye çalıştıklarımızın sonuçları nedeniyle acı çekecek olanlar, bu vicdan ve sorumluluk hatasını unutmayacaklardır. Bu Genelge hazırlandığı sırada bile tartışmalar yoğun bir şekilde sürmekteydi. Biz inananlar, gelecek nesillerin sağlıksız önerilerin geciktirmesi yüzünden acı çekmemeleri için mevcut tartışmalardan olumlu sonuçların çıkması için Tanrı’ya dua etmekten asla yılmamalıyız.


170. Kirleten gaz salınımını azaltmak için çevre maliyetini uluslararası hale getirmek konusunda bazı stratejiler, daha sanayileşmiş ülkeler karşısında daha az kaynakları olan ülkelerin ağır taahhütler altına girmesi riskine yol açabilir. Bu tür zorlamalar, daha fazla gelişmesi gereken ülkelerin ceza almasına yol açabilir. Çevreyi koruma görüntüsü altında daha fazla adaletsizlik de ortaya çıkması mümkündür. Burada, yoksullar bedeli ödeyemeyecektir. Dahası İklim değişikliğinin etkisi, durum ortaya çıkıktan uzun zaman sonra hissedilebildiği için kesin önlemler alında bile, kaynakları kıt olan bazı ülkelerin ekonomilerini etkileyen ve zaten ortaya çıkmış etkilere uyum sağlamak için yardıma ihiyacı olacağı muhakkaktır. Bu bağlamda ortak ve farklılaştırılmış sorumluluklar ortaya çıkmaktadır. Bolivya episkoposlarının belirtmiş olduğu gibi: “Yüksek derecede sanayinin nimetlerinden yararlanan ülkelerin, büyük ölçekte sera gazı salınımının maliyetinde sebep oldukları sorunun çözümü için daha fazla sorumluluğu olmalıdır”127


171. “Karbon kredileri” satın alma ve satma stratejileri, dünya çapında kirleten gaz salınımını azaltmaya yardımcı olmayan yeni türde spekülasyonlara neden olur. Bu sistem çevre konusunda belli taahhütler görünümü ltında çabuk ve kolay çözümler sağlar görünür, fakat mevcut koşulların gerektirdiği radikal değişikliklere imkân vermez. Dahası, bazı ülke ve sektörlerde aşırı tüketimin sürmesine izin verdiği için bazit bir hile olarak görünür.


172. Yoksul ülkeler için öncelik, aşırı fakirliği sona erdirmek ve kendi halkları için sosyal gelişimi desteklemek olmalıdır. Aynı zamanda nüfuslarının bazı ayrıcalıklı kesiminde skandal seviyesinde tüketimi görüp yozlaşma ile daha etkin mücadele etmeleri gerekir. Bunun gibi, enerji üretiminin daha az kirlilik yaratan türlerini geliştirmek ile de yükümlüdürler, fakat böyle yapmak için gezegende süregiden kirliliğin bedeli karşılığında büyük gelişme sağlamış ülkelerden yardım almaya ihtiyaç duymaktadırlar. Güneş enerjisinden yararlanmak için kurulması gereken mekanizma ve mali destek için gelişmiş ülkelerin teknoloji transferi, teknik yardımı ve mal desteğine ihtiyaç vardır, fakat mevcut somut durumları ile uyumlu olup olmadığına bakmak gerekir, çünkü “yeterince değerlendirilmeden yapılan tasarımlar, altyapılarına uygun olmayabilir”128. İklim değişikliği ile karşılaştırıldığında, maliyet düşük olacaktır. Her durumda bunlar etik kararlardır, tüm halklar arasındaki dayanışmada köklenmeleri gerekir.


173. Yerel otoriteler her zaman etkin bir şekilde müdahale edemeyeceği için yaptırım gücü olan uluslararası sözleşmelere gerek duyulmaktadır. Devletlerarası ilişkiler her zaman bir diğerinin egemenliğine saygı içinde olmalıdır, fakat aynı zamanda herkesi aynı anda etkileyen bölgesel felaketlerin önlenmesi yolunda karşılıklı onaylanmış sözleşmeler bulunmalıdır. Küresel düzen normları yükümlülükleri yerine getirme gücüne sahip olmalı ve örneğin güçlü şirketlerin zehirli atıklarını atmaları ya da sanayi atıklarını diğer ülkelerin kıyılarına boşaltmaları gibi kabul edilemez eylemleri önlemelidir.


174. Okyanusların yönetilme sistemlerini ele alalım. Uluslararası ve bölgesel konvansiyonlar bulunmakla birlikte belirli düzenleme, kontrol ve ceza mekanizmalarının eksikliği ve ihlali bu çabaları etkisiz kılıyor. Deniz atıkları sorununun artması ve açık denizlerin korunması önümüzdeki özel mücadele alanlarındandır. Gereken şey, “küresel ortaklık” olarak adlandırılacak yönetim sisteminin oluşturulmasıdır.


175. Küresel ısınma eğilimini tersine döndürecek radikal kararlar alma yolunda duran zihniyet, yoksulluğu ortadan kaldırma amacının da önünde dikilmektedir. Her iki sorunla başa çıkmak, herkesin daha sorumlulukla yaklaşımını gerektirir: kirliliğin azaltılması ve yoksul ülke ve bölgelerin kalkındırılması. Yirmi birinci yüzyıl, özellikle ekonomi ve finans sektörünün uluslararası oluşu ve siyasetler üstü gerçekleşmesi nedeniyle geçmişten kalan yönetim sistemlerini korurken, ulus devletlerin gücünün zayıflamasına da tanık oluyor. Bu durumda, ulusal hükümetler arasındaki anlaşmaların açıklıkla ve yaptırım uygulamaların gücüyle yapılması ve uluslararası kurumların daha güçlü ve etkin bir şekilde organize edilmesi şarttır. Papa XVI. Benediktus’un, Kilise’nin Sosyal Öğretisi’nin sürekliliğinde vurguladığı gibi: “Küresel ekonomiyi yönetmek, krzlerle vurulan ekonomiyi canlandırmak, mevcut krizlerin ve onun sonucunda ortaya çıkan daha büyük dengesizliklerin yarattığı hasarı önlemek, tamamlayıcı ve zamanında silzhsızlanma, gıda güvenliği ve barış; çevrenin korunmasının sağlanması ve müteci güvenliği: tüm bunlar için selefim Çok Mutlu XXIII. Jean’ın birkaç yıl önce belirttiği gibi, gerçek dünya politik otoritesine acilen ihtiyaç bulunuyor”129. Bizi etkileyen ciddi sorunları önceden çözebilecek uluslararası strateji geliştirme çalışmaları nedeniyle, diplomasi yeni bir önem kazanmış bulunuyor.

  1. YENİ ULUSAL VE YEREL POLİTİKALAR İÇİN DİYALOG


176. Ülkeler arasında sadece kazananlar ve kaybedenler olmaz, yoksul ülkeler de bulunur. Bundan dolayı farklı sorumlulukların tanımlanması gerekir. Çevre ve ekonomik gelişme ile ilgili sorunlara sadece ülkeler arasındaki farklılıklar noktasından yaklaşmak yeterli değildir; bu sorunlar ulusal ve yerel seviyede politikalara daha fazla dikkat edilmesini gerektirir.


177. Tek tek devletlerde insan yeteneklerinin kötüye kullanımının gerçek potansiyelini görmek, onların sınırlarına saygı içinde planlama, koordinasyon, gözlem ve uygulama için sorumluluklarını daha fazla görmezden gelmemek gerekiyor. Bir toplum, sürekli gelişen teknolojik yenilikler karşısında kendi geleceğini nasıl planlayıp koruyabilir? Gözlem ve koordinasyon yetkisi taşıyan bir kaynak olan yasa, ortak yarar ışığında kabul edilebilir koşullar için hangi kuralı devreden çıkarabilir? Sağlıklı, olgun ve egemen bir toplumun sınırları öngörü ve emniyet, düzen normları, zamanında uygulama, yozlaşmanın önlenmesi, üretim sürelerinin istenmeyen yan etkilerine etkin yanıt, potansiyel ya da belirsiz risklerin olduğu durumlarda yerinde müdahale ile bağlantılı olarak uygulanmalıdır.

İş faaliyetlerinin yarattığı kirliliğin azaltılması ile ilgili giderek artan yargı kararları bulunmaktadır. Fakat politik ve kurumsal çalışma sınırları sadece kötü uygulamaları önlemek için değildir, fakat aynı zamanda en iyi uygulamaları teşvik etmek, yeni çözümlerin bulunmasını desteklemek ve bireysel ya da grup inisiyatiflerini yüreklendirmek için gereklidir.


178.Nüfusun tüketim taraftarı kısmı tarafından desteklenen ve hemen alınan sonuçlarla ilgilenen bir politikacı kısa dönemde gelişen kararları uygulayacaktır. Seçim çıkarlarına yönelik olarak hükümetler halkı hayal kırıklığına uğratacak tüketim seviyesini etkileyen ya da yabancı yatırımcı için risk oluşturacak önlemlerden kaçınırlar. Güç politikasındaki miyopluk (uzağı görememe) hükümetlerin genel gündemi içinde uzak görüşlü çevre gündemini içine almasını geciktirir. Bu nedenle “zamanın mekândan büyük olduğunu”130 unuturuz. Oysa bir süreç oluşturduğumuzda, güç konumlarını elimizde tuttuğumuzdan daha fazla etkin oluruz. Yüksek ilkeleri yerine getirip uzun vadede genelin yararı için düşündüğümüz zor zamanlarda gerçek devletçilik ortaya çıkar. Politik güçler ulus inşa çalışmalarında bu görevi yerine getirmeyi kolay bulmazlar.


179. Bazı yerlerde bölgeye yetecek kadar yenilenebilir enerji ürettikten sonra fazla enerjinin satılmasını da sağlayacak kadar sömüren kooperatifler oluşmuştur. Bu basit örnek, mevcut dünya düzeni sorumluluklarını güç kullanmadan temin etmeyi üstlenirken, yerel birey ve grupların gerçek bir farklılık yaratabileceğini gösteriyor. Daha büyük bir sorumluluk duygusu, başkalarını korumaya hazır olmak, yaratıcılık ruhu, toprak için derin bir sevgiyi aşılayabilirler. Çocuklarına ve torunlarına ne bıraktıkları hakkında düşünebilirler. Bu değerler yerli halklarda derinden kök salmıştır. Çünkü yasanın uygulanması zamanla çürümeye bağlı olarak yetersiz kalır, toplum baskısı kararlı politik elemler için kullanılmak zorunda kalır. Sivil toplum örgütleri ve diğer gruplar yoluyla, toplum, daha titiz düzenlemeler, prosedürler ve kontroller için hükümetler üzerinde baskı oluşturmalıdır. Politik güç –ulusal, bölgesel ve belediye – üzerinde vatandaşların kontrolü olmazsa çevre hasarının kontrol altına alınması mümkün olamaz. Eğer anlaşmalar aynı çevre politikalarını destekleyen komşu toplumlar arasında yapılırsa, yerel yasalar daha etkin olabilir.


180. Tek tip bir reçete yoktur, çünkü her bölge ya da ülke kendine özgü sorun ve sınırlar içindedir. Politik gerçekçiliğin geçişken önlemler ve teknolojiler kullanması gerektiği de doğrudur, bunlar derece derece belirlenip ilgili komiteler tarafından kabul edilir. Aynı zamanda ulusal ve bölgesel seviyelerde enerjinin korunması yollarının teşviki gibi uygulamaların gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır. Bunlar, endüstriyel üretimde maksimum enerji etkinliği, hammaddelerin sınırlı kullanımı, az enerji etkinliği olan ya da kirletme seviyesi yüksek market ürünlerinin kaldırılması, ulaşım sistemlerinin geliştirilmesi, inşaatların ve bina onarımlarının enerji tüketimi ve kirlilik üretimini azaltarak yapılmasını desteklemek gibi yöntemler öne çıkarılabilir. Yerel seviyede politik faaliyetler tüketimi düzenleme, çöplerin atılması ve geri dönüşümü ekonomisinin geliştirilmesi, belli türlerin korunması ve çeşitlendirilmiş tarımın ve dönüşümlü tarım uygulaması ile yönetilebilir. Yoksul bölgelerdeki tarım kırsal altyapıya yatırım yoluyla, yerel ve ulusal pazarlarda daha iyi örgütlenme ile, sılama sistemleri ve sürdürülebilir tarım tekniklerinin geliştirilmesi yoluyla teşvik edilebilir. Birlikte çalışma ve toplum örgütlenmesinin yeni biçimleri küçük üreticilerin çıkarlarını koruyacak şekilde ve yerel ekosistemi yıkımdan koruyacak biçimde korunabilir. Gerçekten daha fazlası da yapılabilir.


181.Burada, süreklilik esastır, çünkü iklim değişikliği ile ilgili politikalar ve çevrenin korunması her hükümet değişikliği ile değiştirilemez. Sonuçların alınması zaman gerektirir ve herhangi bir hükümet koşullarında derhal talep edilen somut etkiler elde edilemeyebilir. Toplumun ve toplum kuruluşlarının baskısı olmadığında siyasi yetkililer, acil ihtiyaçların karşılanması gerektiği durumlar hariç daima müdahale etmekte isteksiz olacaktır. Bu sorumlulukları ve beraberindeki maliyetleri üstlenmek için politikacılar durumu kısa vadeli kanıtlayacak ve arkalarında özverili sorumluluğun tanıklığını bırakacaklardır. Sağlıklı politikalar reform kapasitesi ve kurumların koordinasyonu, en iyi uygulamaların teşviki ve yersiz baskılar ve bürokratik durgunluğu yenme becerisine şiddetle ihtiyaç duyarlar. Soylu ve cömert toplumun temeli olarak hizmet edecek değerli amaçlar ve değerler ya da samimi ve derin hümanizm olmadığında en iyi mekanizmalar bile kırılabilir, bunu da sözlerime eklemeyi uygun görüyorum.


  1. KARAR ALMADA DİYALOG VE ŞEFFAFLIK

182. iş girişimleri ve projelerin çevresel etkilerinin değerlendirilmesi görüşlerin özgürce paylaşılmasını da içeren şeffaf politik süreçleri gerektirir. Diğer yandan rüşvet karşılığında verilen projenin gerçek çevresel etkisinin gizlendiği yozlaşma türleri genellikle aldatıcı onaylar oluşturur bu da yetersiz bilgilendirme ile tartışmalara yol açmaktadır.


183. Çevresel etki değerlendirmesi bir iş önerisi ya da özel bir politik teklif plan ya da programdan sonra gelmemelidir. Başlamış olan bir prosesin parçası olmalı ve disiplinlerarası bir şekilde, şeffaf ve tüm ekonomik ve politik baskılardan özgür olarak yürütülmelidir. Çalışma koşullarının etüdüne bağlı ve insanların fiziksel ve zihinsel sağlıkları, yerel ekonomi ve toplum sağlığı üzerinde olumlu etkileri olmalıdır. Ekonomik geri dönüşler daha gerçekçi olarak öngörülebileceğinden olası senaryoları ve olası istenmeyen etkileri düzeltmek için daha fazla yatırıma duyulacak ihtiyaçlar hesaba katılabilir. Çeşitli yaklaşımlar, çözümler ve alternatifler sunabilecek farklı hissedarlar arasında daima bir görüş birliği aranmalıdır. Yerel toplumun masada özel bir yeri bulunmalıdır; Onlar kendileri ve çocuklarının geleceğini düşünerek, anlık ekonomik çıkarları aşan amaçlara sahi olabilirler. Tüm ilgili tarafların geliştirdiği ve tartıştığı politikaların yararına çevreyi kurtarmak için “müdahale etmek” terimi ile düşünmeyi bırakmamız gerekir. İkinci grubun katılımı bu tür projeler ve onların farklı risk ve olanaklarını tam olarak bilme gerekliliğini de beraberinde getirir; Bu, sadece önceden alınan kararları değil çeşitli takip eden faaliyetleri ve sürekli izlemeyi de içerir. Bilimsel ve politik tartışmalarda dürüstlük ve doğruluk gereklidir; Bunlar, yasanın izin verdiği özel projeler olsun ya da olmasın konu sınırlanmamalıdır.


184. Şimdi ve gelecekte herkesin yararını etkileyebilecek olası riskler karşısında kararlar muhakkak “çeşitli olası alternatifler için öngörülen yarar ve risklerin karşılaştırılması”131 ile alınmalıdır. Bu özellikle projenin doğal kaynakları büyük ölçüde kullanacağı, yüksek seviyede salınım ya da atık olan, bölgede göç artışı ya da önemli değişikliklerin olabileceği, korunan türlerin ya da halka açık alanların korunması konularının dâhil olduğu durumlar için geçerlidir. Bazı projeler yetersiz etüt edildiyse öngörülmemiş gürültü kirliliği, görsel ufkun daralması, kültürel değerlerin yitmesi ya da nükleer enerji kullanımının etkisi gibi nedenlere bağlı olarak bir bölgenin yaşam kalitesini derinden etkileyebilir. Kısa vadede kazanç ve özel çıkarlara öncelik veren tüketim kültürü kauçuk damgalı yetkilendirme ya da eksik bilgilendirmeyi kolaylaştırabilir.


185. Önerilen gelişme hakkındaki her tür tartışma durumunda samimi bütüncül gelişmeye katkısı olup olmayacağını anlamak bir dizi sorunun sorulması gereklidir. Neyi başaracak? Neden? Nerede? Ne zaman? Nasıl? Ki için? Riskler nedir? Maliyet nedir? Bu maliyeti kim, nasıl ödeyecek? Bu sorgulamada bazı soruların daha yüksek önceliği olmalıdır. Suyun hayati önem taşıyan ve boşa harcanamayacak bir kaynak olduğunu ve insan haklarının uygulanmasında temel bir hak olduğunu biliyoruz. Bu görmezden gelinemeyecek gerçek, bölgedeki çevreye etkinin değerlendirilmesinde tüm diğer değerlendirmelerin önüne geçer.


186. 1992’deki Rio Deklarasyonu çevresel bozulmayı önlemek üzere “Ciddi ya da geri alınamayacak hasar tehdidinin olduğu yerde, tam bir bilimsel kesinlik olmadığında, maliyet etkili önlemlerin ertelenmesi için bir ön belge kullanılmayacaktır”132 der. Bu ön uyarı ilkesi en savunmasız olanları kendi çıkarlarını savunabilecek olanları korumak ve sınırlı yadsınamaz kanıtları birleştirmeyi mümkün kılar. Eğer, ciddi ve geri döndürülemez bir hasar olabileceğine dair objektif bilgi verildiyse tartışmasız bir kanıt yoksa bile bir proje durdurulabilir ya da değiştirilebilir. Burada kanıtlama yükü etkili bir şekilde geri çevrilir, çünkü bu vakalarda objektif ve tamamlayıcı bir şekilde ortaya koymak, teklif edilen faaliyetin çevreye ya da orada oturanlara ciddi zarar vermeyeceğini göstermeyi gerektirecektir.

187. Bu, yaşam kalitemizi artıracak her tür teknolojik yeniliğe karşı olmak anlamına gelmez. Fakat bu, karın dikkate alınması gereken tek ölçüt olmadığı anlamına gelir ve önemli ve yeni bir bilgi ortaya çıktığında tekrar değerlendirme yapılmalı, tüm ilgili taraflar bu değerlendirmeye katılmalıdır. Sonuç eldeki projenin ilerlemesi, dönüştürülmesi ya da alternatif tekliflerin dikkate alınması ile elde edilebilir.


188. Geniş bir konsensüse ulaşmanın mümkün olmadığı belli çevresel konular bulunmaktadır. Bir kez daha Kilise’nin bilimsel sorular ya da politik konular ortaya koymayacağını belirtmek isterim. Fakat ben, dürüst ve açık bir tartışmanın yapılması ile özel çıkarların ya da ideolojilerin ortak yarar konusunun önüne geçmemesi için çabalıyorum.



IV. İNSANIN DOLULUĞU İÇİN DIYALOGDA POLİTİKA VE EKONOMİ

189. Politika ekonominin konusu olmamalı, ekonomi de teknokrasi değerler dizisi tarafından etkin bir şekilde yönlendirilmiş buyrukların merkezinde bulunmamalıdır. Bugün, herkesin yararına olması açısından bakarsak, yaşamın özellikle de insan yaşamının hizmetinde olmak için politika ve ekonominin dürüst diyaloga girmesine acil bir ihtiyaç olduğu ortadadır. Neye mal olursa olsun bankaları kurtarmak, halkın bedeli ödemesini sağlamak, tüm sistemi gözden geçiri yenilemek için süregiden sağlam taahhüt, sadece finansal sistemin mutlak gücünü desteklemekte, bu mutlak gücün geleceği yoktur ve sadece yavaş, maliyetli ve açık bir toparlanmadan sonra yeni bir krize neden olacaktır. 2007-2008 deki finansal kriz yeni bir ekonomi geliştirmek, etik ilkelere karşı daha dikkatli ve spekülatif finansal uygulamaları ve sanal servetleri düzenleyecek yeni yöntemler geliştirmek için bir fırsat sunmuştur. Fakat krize tepki artık geçerliliği kalmamış fakat dünyayı yönetmekte olan kriterlerin tekrar düşünülmesine yol açmamıştır. Üretim hala akılcı değil, ve genellikle gerçek değerini karşılamayan fakat ekonomik değişkenlere bağlı olarak ürünlerin değeri belirleniyor. Bu genellikle bazı malların çevreye istenmeyen etkileri ve bölge ekonomisinde olumsuz sonuçlarla aşırı üretilmesine yol açıyor133. Finansal balon aynı zamanda üretim balonu da olma eğilimindedir. Gerçek ekonomi sorunu güç ile yüz yüze değildir, olası üretimde çeşitlilik ve gelişme yaratan gerçek ekonomi şirketlerin iyi işlemesine yardım eder, küçük ve orta ölçekli işleri geliştirir ve iş sağlar.


190. Burada da her zaman akılda utmamız gerekiyor, “çevrenin korunması sadece kar zarar hesaplarının olduğu finansal hesaplamalar temelinde ele alınamaz. Çevre pazarların gücüyle yeterince korunacak ya da teşvik edilecek ürünler arasında değildir”134. Bir kez daha, şirketlerin ya da bireylerin karlarını artırarak sorunlarını basitçe çözeceğini ileri süren büyülü pazar kavramını reddetmemiz gerekiyor. Karlarını en üst seviyeye taşımayı takıntı haline getirmiş olanları, gelecek nesillere bırakacakları çevresel hasarı düşündükleri için duracaklarını zannetmek gerçekçi geliyor mu size? Sadece karların sayıldığı yerde, doğanın ritmi, çürüme ve yenilenme fazları, insan müdahalesiyle büyük ölçüde bozulacak olan ekosistemlerin karmaşıklığı düşünülmez. Dahası, biyoçeşitlilik sömürmek için elverişli ekonomik kaynaklar arasında görülür ve bunların gerçek değerleri hakkında, kişiler ve kültürler için önemi dikkate alınmaz ve yoksulların ihtiyaçlarına dair hiçbir endişe taşınmaz.


191. Bu sorular sorulduğunda, başkalarını insan gelişimi ve ilerlemesinin yolunda engel olmakla suçlayan bazı tepkiler ortaya çıkmaktadır. Fakat kimi zaman başka türlü ilerleme ve gelişmenin olmasını sağlayabilecek, üretim ve tüketimin adımlarının yavaşlatılması kararını vermemiz gerekir. Doğal kaynakların sürdürülebilir şekilde kullanılmasını teşvik çabaları ara kaybı değil, orta vadede diğer ekonomik karlılıkların temini için yatırım olasılığıdır. Daha büyük resme baktığımızda çevreye daha az zarar veren çeşitli ve daha yeni üretim biçimlerinin daha karlı olduğunu görebiliriz. Bu insan yaratıcılığını ve gelişme idealini boğmayı değil, yeni kanallarla enerjiyi yönlendirmek için farklı olasılıklara açık olma konusudur.


192. Örneğin, daha yaratıcı ve daha iyi yönlendirilmiş üretici gelişmenin bir yolu tüketimde aşırı teknolojik yatırım ile insanlık ailesinin karşı karşıya olduğu acil problemlerin çözümüne yetersiz yatırım arasındaki mevcut eşitsizliği düzeltmek olabilir. Tekrar kullanım, yenileme ve geri dönüşümün akıllıca ve karlı yöntemleri geliştirilebilir ve bu aynı zamanda şehirlerde etkili enerji kullanımını destekleyebilir. Üretimsel çeşitlilik, çevreyi korur ve daha fazla iş olanakları sağlarken, insanın yaratıcılık ve yenilikçilik becerilerine daha fazla olanaklar da sunar. Yaşam kalitesinin daha geniş kavramlar bağlamında dürdürülebilir ve eşitlikçi gelişimini desteklemek için zekâyla, cesaretle ve sorumlulukla mücadele edeceği için, bu tür bir yaratıcılık en soylu insan niteliklerimiz arasında belirtilmeye layıktır. Diğer yandan sadece yeni tüketim malları ve hızlı kar nedeniyle doğanın tahrip edilmesi için yeni yollar bulmak, insanlık açısından daha az değerli ve yaratıcı ve daha yapaydır.

193. Bazı durumlarda sürdürülebilir gelişme büyümenin yeni bir biçimini içeriyorsa ve başka bir durumda sorumsuz ve düşüncesiz büyüme pek çok zarara neden oluyorsa büyüme içeriğini bazı akılcı sınırlara çekmeyi ve çok geç olmadan adımlarımızı geri çekmeyi bile düşünmeliyiz. Bazılarının insan haysiyetine yaraşır bir yaşam sürmeleri bile mümkün değilken bazılarının sürekli tüketim ve yıkıma yönelik davranışlarını sürdürmelerinin mümkün olmadığını biliyoruz. Bu nedenle bazı bölgelerde sağlıklı büyümenin yaşanması için kaynak sağlamak üzere dünyanın bazı bölümlerinde büyümenin azaltılmasını kabul etme zamanı gelmiş bulunuyor. XVI. Benediktus “teknolojik olarak ilerlemiş toplumlar, enerji tüketimlerini azaltıp onu daha etkili bir şekilde kullanmaya başlarken, daha makul yaşam biçimlerini teşvik etmeye hazırlanmalıdır”135 diyerek bu durumu ifade etmiştir.


194. Ortaya çıkacak yeni gelişim modelleri için “küresel ilerleme modeli”nde değişikliğe ihtiyaç bulunmaktadır136; bu, “ekonominin anlamı ve amaçlarının kötü kullanılıp uygulanmasını düzeltecek bir göz”137 hakkında sorumlu bir düşünce ile ortaya çıkacaktır. Finansal kazançla çevrenin korunması ya da gelişme ile çevrenin muhafaza edilmesi orta vadede dengeleme için yeterli değildir. Yarı yol önlemleri sadece kaçınılmaz felaketi geciktirecektir. Basitçe gelişme kavramını tanımlayışımızı tekrar ele almamız gerekiyor. Daha iyi bir dünyaya ve daha bütüncül bir yaşam kalitesine uyanmayı istemeyen bir teknolojik ve ekonomik gelişme, ilerleme olarak görülemez. Aslında sıklıkla, insanların yaşam kalitesi çevrenin bozulması, düşük kalitede yiyecekler, kaynakların yok olması gibi nedenlerle ekonomik gelişmenin ortasında sınırlanmaktadır. Bu bağlamda sürdürülebilir büyümeden söz etmek dikkati dağıtmak ve mazeret üretme yollarından biri gibi görünüyor. Ekoloji dili ve değerlerini soğuran finans ve teknokrasi kategorileri içinde ve iş hayatının sosyal ve çevresel sorumluluğunda sık sık pazarlama serileri ve imaj düzeltme önlemleri içinde azaltılmaktadır.


195. Karın maksimizasyonu ilkesi genellikle diğer görüşlerden soyutlanmış olarak ekonominin ana kavramlarının yanlış bir anlayışla yansıtır. Üretim arttıkça geleceğin kaynaklarının bedeli ya da çevre sağlığı için daha az dikkat gösterilir; ormanların ortadan kalkması üretimi arttırdıkça kimse toprakların çölleşmesi, biyoçeşitliliğin zarar görmesi ya da kirliliğin artması ile ortaya çıkan kaybı hesaplamaz. Kısaca iş karı sadece hesaplarla ve maliyetin bedeli ödenerek bulunur. “Paylaşılan çevresel kaynakların kullanımının ekonomik ve sosyal maliyeti başka insanlar ya da gelecek nesiller tarafından değil fakat oraya uğrayanlar tarafından şeffaflıkla ve tamamen belirlendiği zaman”138 önlemler etik olarak tanınabilir. Mevcut ihtiyaçlarına karşılık veren gerçeklerin tam bir istatistiksel analizini veren gerekçelendirmenin enstrümantal yolu, azar ya da devletin merkezi planlaması tarafından kaynaklar belirlendiğinde işlev görür.


196. Siyasilerle işler nasıl yürüyor? Gücü büyük ölçüde kullananlardan herkesin yararına daha büyük sorumluluk duygusu talep ederken toplumun her seviyesinde mevcut kapasiteleri geliştirmek için özgürlüğü veren yetki ikamesi ilkesini unutmayalım. Bugün, bazı ekonomik sektörlerin, devletlerden daha büyük güce sahip oldukları bir gerçektir. Fakat mevcut krizin çeşitli yönlerini ele almak için diğer yollara yaklaşım göstermek imkânsız hale geleceğinden siyasiler olmadan ekonomilerin doğrulanması imkansızdır. Çevre için gereken düşünceye yer vermeyen zihniyetle toplumun en savunmasız kesimleri hakkında endişe etmeyen zihniyet aynı zihniyettir. Çünkü “başarı ve kendi rahatını vurgulayan mevcut model, yaşam fırsatı bulması için, yavaş, zayıf ya da az becerikli olanlara yardım etmek üzere bir çaba içine girmez”139.


197. Krizin farklı yönlerini ele almak için gereken, uzak görüşlü, yeni bütünleyici ve disiplinlerarası yaklaşım gösterebilecek bir politikacıdır. Genellikle politikacılar, çürüme ve sağlıklı toplum politikalarını yürürlüğe koymak adına, ele aldıkları konuların kötü şöhretinin sorumlusudurlar. Ülkenin belli bölgesinde kendi sorumluluklarını yerine getirmezlerse, bazı iş grupları hayırseverlik görünümü ile ortaya çıkıp kendilerini belli kuralların dışında farzederek gerçek bir güçle ve insan ticareti, uyuşturucu, şiddet gibi bir süre sonra yenilmesi çok zor hale gelen organize suçların çeşitli türlerine müsamaha göstererek faaliyet göstermeye başlarlar. Siyasiler, bu tür bir mantığa karşı koyamaz ve tutarsız tartışmalara yetişemez halde kalırsa insanlığın ana sorunları ile yüzleşmeye devam edeceğiz demektir.

Gerçek bir değişiklik için strateji çağrısında bütünüyle tekrar düşünme süreci için günümüz kültürünün altında yatan mantığın soruları ile yola çıkarak bu mücadele için sağlıklı politikaların ortaya konması gerekir.


198. Yoksulluk ve çevre tahribatı ortaya çıktığında siyaset ve ekonomi birbirini suçlama eğilimindedir. Kendi hatalarını fark ederek herkesin yararına yönelik etkileşimler için bir yöntem bulacakları ümit edilir. Bazıları sadece finansal kazançla ilgilenirken, bazıları güçlerini artırmak ya da ellerinde tutmakla ilgilenir ve bizi çatışmalar ve çift taraflı anlaşmalarla bırakırken her bir tarafın en az ilgilendiği konu çevreye özen göstermek ve savunmasız olanları korumaktır. Burada da “birliğin çatışmadan daha büyük olduğu”140 gerçeği ile karşılaşırız.


  1. BİLİMLE DİYALOG İÇİNDEKİ DİNLER


199.Ampirik bilimin yaşamın tamamını, tüm yaratıkların ve gerçekliğin tamamının birlikte bulunduğu yaşamı tam anlamıyla açıklamakta yeterli olduğu söylenemez. Bu kendine ait metodolojinin sınırladığı bir alan olacaktır. Bir sonrakini açıklamak için sadece mantık uygularsak, estetik duyarlılık, şiir ya da her şeyin son anlamını ve amacını kavrama yetisinin gerekçesi ortada kalacaktır141. “Dini klasiklerin her çağda anlam verebileceğini; yeni ufuklar açmak için sürekli bir güçleri olduğunu” söylemek isterim, aynı zamanda “Dini inançlar bağlamında ortaya çıktığı için belli sadece belli yazıların mantıklı ve aydınlatıcı olabilir mi?”142. Etik ilkelerin kendilerini mutlak her türlü bağlamdan ayrı bir şekilde kendilerini gösterdiklerini düşünmek oldukça basit olacaktır. Ne de toplu tartışmalarda değerlerinden ayrılı dinsel dile yerleştikleri gerçeği bu şekilde ele alınabilir. Etik ilkelerin farklı görünüşlerde ve dinsel diller de dâhil olmak üzere çeşitli dillerde ifadeleriyle kavranabilme kapasitesi mevcuttur.


200. İnsanlık pusulasını kaybederse, bizim uyum içinde yaşamamızı mümkün kılan, başkaları için fedakârlık etmemizi ve iyi davranmamızı sağlayan büyük motivasyonun ışığını kaybedersek, bilimin sunduğunu ilan ettiği her tür teknik çözüm dünyamızın ciddi sorunlarını çözmekte yetersiz kalacaktır. İnananlar da imanlarına uygun bir yaşam sürmekte ve davranışları ve imanlarının çelişkiye düşmemesi için sürekli mücadeleyi hissetmelidirler. Tanrı lütfuna devamlı açık olmak ve sevgi adalet ve barış için en derin kararlarında sürekli ona yönelmek için teşvik edilmelidirler. Doğaya yönelik kararlarda yanlış tutumlar edinmek, yaratılış üzerinde zorbalık etmek, savaşa katılmak, adaletsiz ve şiddet içeren davranışlar sergilemek gibi kendi ilkelerimizi anlamakta yanlışa düşülürse, biz imanlıların, bu şekilde davranarak korumak ve muhafaza etmek üzere çağrılmış olduğumuz bilgelik hazinesine sadık kalmadığımızı bilmemiz gerekir. Farklı çağlarda kültürel sınırlamalar sık sık bu etik ve manevi hazineyi kavramayı etkilemiştir. Yine de sürekli kaynaklara geri dönmekle dinler bugünün ihtiyaçlarına daha iyi yanıt verecek donanımı sağlayacaklardır.


201. Gezegende yaşayan insanların büyük çoğunluğu kendilerini dindar olarak tanımlamaktadır. Bu, dinlerin doğayı korumak, yoksulları savunmak ve saygı ve kardeşlik bağları oluşturmak için kendi aralarında diyalog oluşturmakla yükümlü kılmaktadır. Aynı şekilde farklı bilim dalları arasında da diyalog gereklidir, çünkü belli bir alanda uzmanlaşmak bir tür izolasyona ve kendi bilgi alanında kendini soyutlamaya götürürken her biri kendi kullandığı dille yaklaşım gösterme eğilimi taşımaktadır. Bu çevre sorunları ile karşı karşıya kalmamızı engelleyecektir. Açık ve saygı değer bir diyalog da, ideolojik çatışmaların hiç de az olmayacak şekilde görüldüğü çeşitli ekolojik hareketler arasında kurulmalıdır. Ekolojik krizin ağırlığı hepimizin, herkesin yararını gözeterek ve daima “gerçeklerin fikirlerden büyük olduğunu”143 aklımızda tutarak sabır, özdisiplin ve cömertlik gerektiren diyalog yoluna girmemizi gerektiriyor.



BÖLÜM 6


EKOLOJİK EĞİTİM VE MANEVİYAT


202. Pek çok şey değişim yolundadır, fakat biz insan türünün de tamamen değişmesi gerekmektedir. Ortak başlangıcımıza yönelik farkındalığımızı, karşılıklı aidiyetimizi ve herkesle paylaşacağımız geleceğimizi ihmal ediyoruz. Bu basit farkındalık yeni kararlar, davranışlar ve yaşam biçimleri geliştirmemize olanak sağlayacaktır. Önümüzde büyük bir kültürel, manevi ve eğitsel mücadele var ve bizden uzun bir yenilenme yolu oluşturmamızı istiyor.





I. YENİ BİR YAŞAM TARZINA DOĞRU


203. Pazarlar kendi ürünlerini satmak için aşırı bir tüketimi teşvik etmek için uğraşıyor ve insanlar da gereksiz satın alma ve harcama girdabına kolayca katılabiliyorlar. Saplantılı tüketim, tekno-ekonomik değerler dizisinin insanları nasıl etkilediğine dair bir örnek oluşturmaktadır. Romano Guardini bu durumu önceden görmüştü: “makine üretimi ve insan kitlelerinin daha basit olanı kabullenmesinin soyut planı modeliyle küçük aletler ve teknik malzemeler insanı mecbur kılmakta, bunları yaşam biçiminin kendisi haline getirmektedir. Az ya da çok, insan kitleleri kendi rahatlığının mantıklı ve doğru olduğu kanaatine varmıştır”144. Bu değerler dizisi, insanları tüketebildikleri sürece özgür olduklarına inanmaya götürmektedir. Fakat gerçekten özgür olan bu azınlık, para ve güce sahip olanlardır. Bu karmaşanın ortasında, modernizm sonrası insanlık bir rehberlik ve yön sunabilecek yeni bir öz farkındalığa ulaşamamış bulunuyor ve bu kimlik eksikliği endişe kaynağı yaratıyor. Kıtlık için pek fazla aracımız yok ve olanlar da yetersizler.


204. İçinde bulunduğumuz küresel durum, “ortak bencilliğin tohum yatağına”145 dönüşen bir belirsizlik ve tutarsızlık duygusu yaratıyor. İnsanlar benmerkezci ve kendine dönük oldukça açgözlülükleri de artar. İnsanın yüreği boşaldıkça daha çok satın alma, saha çok sahi olmak daha çok tüketmek ister. Gerçekte sahip olduğu sınırları kabullenmesi giderek imkânsız hale gelir. Bu ortamda, herkesin yararı için samimi duygu da ortadan kalkar. Bu davranışlar daha da yaygınlaşırken sosyal normlar sadece kişisel ihtiyaçlarla çatışmadıkça saygı görür hale gelir. Yani, endişelerimiz sadece hava durumundaki aşırı değişimin tehdidi ile sınırlı kalmayıp, toplumsal huzursuzluğun felaket getiren sonuçlarına dek uzanmalıdır. Herkesin ötesinde sadece birkaç kişinin sürdürebileceği tüketimci yaşam tarzı saplantısı sadece şiddete ve karşılıklı yıkıma götürebilir.


205. Henüz her şey kaybedilmiş değil. İnsan türü en kötüyü yapma becerisi kadar, iyi olanı seçip yeni bir başlangıç yaparak zihinsel ve toplumsal koşullandırmalara rağmen kendisini tekrar yükseltebilme kapasitesine de sahiptir. Kendi derin tatminsizliğimizi anlamak ve otantik özgürlüğümüz için yeni yollara çıkmak için kendimize dürüstçe bakabiliriz. Dünyadaki herkese, bize ait olan saygınlığı unutmamaları için yalvarıyorum. Kimsenin onu bizden almaya hakkı yok.


206. Yaşam tarzındaki bir değişiklik politik, ekonomik ve toplumsal gücü elinde tutanlara sağlıklı bir baskı oluşturmayı da beraberinde getirir. Bu, tüketici hareketlerinin belli ürünleri boykot etmesiyle gerçekleştirilir. Çevrede bıraktıkları ayak izi ve üretim modellerini görmeye zorlayarak işlerin gerçekleştirilme yönteminin değişmesinde başarıyı sağlayacaktır. Sosyal baskı onların kazançlarını etkilerse, iş çevreleri de açıkça farklı şekilde üretim yolları bulmak zorunda kalacaktır. Bu bize, tüketicilerin payına büyük bir sosyal sorumluluk hassasiyetine ihtiyaç olduğunu gösteriyor. “Satın alma her zaman ahlaki bir davranıştır ve sadece ekonomik değildir”146. Bugün, tek kelimeyle “çevre tahribatı konusu, yaşam tarzımızı irdelemek üzere bize meydan okuyor”147 .


207. Yeryüzü Şartı bizden öz yıkım dönemini arkamızda bırakıp yeni bir başlangıç yapmamızı istiyor, fakat biz henüz bunu başarmak için bir evrensel bir farkındalık geliştirmeyi başaramadık. Burada cesur bir mücadele çağrısını tekrarlayabilirim: “Tarihte hiç olmamış bir şekilde ortak kaderimiz yeni bir başlangıç aramamızı bize işaret ediyor… yaşama karşı derin bir hayranlık sahibi olmak, sürdürülebilirlik için yeni bir azim, adalet ve barış için mücadeleyi çabuklaştırmak, ve yaşamı sevinçle kutlamak için hatırlamaya değer bir uyanış zamanını biz başlatalım”148.


208. Her zaman kendimizden dışarı çıkıp başkalarına yönelebiliriz. Bunu yapmadığımızda diğer yaratıklar gerçek saygınlıklarını yaşayamayacak; bizler başkaları uğruna bir şeyler yapmayı düşünmeyeceğiz, etrafımızdakilerin acı çekmesini önlemek ya da etrafımızdakilerin yıkımına neden olmamak konusunda kendimize sınır koymayacağız. Başkaları hakkında önyargısız endişe ve benmerkezciliğin her türünü ve her şeyi kendi için almayı reddetmek gerçekten erkek ve kız kardeşlerimize ve doğal çevreye özen göstermek istiyorsak yapılması gerekendir. Bu davranışlar etrafımızdaki dünyaya her davranışımızın ve kişisel kararlarımızın etkisini değerlendirmede ahlaki yaptırım açısından alışkanlık sağlayacaktır. Bireyselliğin üstesinden gelirsek gerçekten farklı bir yaşam tarzı geliştirebilir ve toplumda önemli bir değişim gerçekleştirebiliriz.


II. İNSANLIK VE ÇEVRE ARASINDA ANTLAŞMA İÇİN EĞİTİM


209. Günümüzün ekolojik ve kültürel krizin ağırlığına karşı farkındalık yeni alışkanlıklara dönüştürülmelidir. Pek çok insan mevcut gelişimi ve nesneleri ve hoşnut olunan şeyleri biriktirmenin insan yüreğine anlam ve sevinç vermeye yetmediğini bilir, fakat marketlerin önlerine koyduğu şeyleri bırakabileceğini hissetmez. Tüketim alışkanlıklarında büyük değişikliklerin yapılabildiği ülkelerde yeni ekolojik duyarlılıklar ve cömert ruhlar ve bazılarında çevreyi korumak için hayranlık uyandıran çalışmalar ortaya çıkmıştır. Aynı anda aşırı tüketimle birlikte diğer alışkanlıkların geliştirilmesini zorlaştıran etkilerin görüldüğü bölgeler de bulunmaktadır. Eğitsel bir meydan okuma ile karşı karşıyayız.


210. Çevresel eğitim, amaçları ile genişletilmiştir. Başlangıçta esas olarak bilimsel bilgilendirme, çevre risklerinin artışı ve önlenmesi merkezinde yoğunlaşmışken, artık modernitenin üzerinde yükseldiği yararcılık zihniyeti (bireysellik, sınırsız gelişme, rekabet, düzensiz pazarlar) mitinin eleştirilerine kapsamına alma eğilimindedir. Aynı zamanda ekolojik dengenin çeşitli seviyelerini tekrar kurmak ve kendimizle, başkalarıyla, doğayla ve diğer yaşayan yaratıklarla ve Tanrı ile uyumu kurmayı da istemektedir. Çevresel eğitim ekolojik eğitime en derin anlamını veren şeffaflığa doğru bir sıçramayı kolaylaştırır. Bu, ekoloji etiği geliştirebilen, insanlara etkin pedagoji yoluyla yardım edebilen, dayanışma, sorumluluk ve merhametle bakımı yeşerten eğiticilere ihtiyaç duymaktadır.

211. “Ekolojik bir vatandaşlık” oluşturmayı amaçlayan bu eğitim henüz bilgi sağlamakla sınırlı ve iyi alışkanlıkların yerleştirilmesinde yavaştır. Yasalar ve düzenlemelerin varlığı, mevcut yatırımların etkin gücüne rağmen, uzun süredir var olan bu kötü koşulları düzeltmede yetersizdir. Yasalar önemli ve uzun süreli etkili sonuçlar sağlasaydı, toplum mensuplarının çoğunluğu onları kabul etmekte yeterince motive edilmiş olur ve kişisel dönüşüm yönünde tepki verirdi. Sadece sağlıklı erdemler geliştirmek yoluyla insanlar kendiliğinden ekolojik taahhütte bulunacaktır. Daha çok harcamak ve tüketmek için imkânı olan fakat düzenli olarak daha az ısınma kullanıp daha sıcak tutan giysiler giyen biri çevreyi korumak için bir tür karar alarak buna uygun davranışlar gösteriyor demektir. Günlük küçük faaliyetlere yaratılışa özen gösterme yükümlülüğü soylu bir tutumdur ve eğitimin günlük yaşamda nasıl da gerçek bir değişim yarattığını görmek gerçekten muhteşemdir. Çevresel sorumluluk taşıyan eğitim, etrafımızdaki dünyayı doğrudan ve önemli bir şekilde etkileyen davranış biçimleri arasında yer alan lastik ve kâğıt kullanımını önlemek, su tüketimini azaltmak, atmayı reddetmek, gerçekten tüketilecek besinleri pişirmek, diğer yaşayan varlıklara özen göstermek, toplu taşıma ya da ortaklaşa araç kullanımı, ağaç dikmek, gereksiz ışıkları söndürmek ve daha pek çok uygulamayı teşvik edebilir. Tüm bunlar gerektiği gibi ve yaratıcılığı yansıtan ve insan soyunun en iyi yanlarını ortaya çıkaran davranışlardır. Bir şeyleri hemen atmak yerine tekrar kullanmak doğru nedenlerle yapıldığında kendi saygınlığımızı ifade eden bir sevgi eylemi olabilir.


212. Bu çabaların dünyayı değiştirmeyeceğini düşünmemek gerekir. Toplumun yararına, genellikle biz sezmeden, onlar iyiliğe çağrıldığı için, görünmeden kaçınılmaz olarak yaygınlaşır. Dahası bu tür davranışlar öz saygı duygusunu yeniler; daha dolu yaşamamızı ve yeryüzündeki hayatı yaşanmaya değer hissetmemizi sağlar.


213. Ekolojik eğitim çeşitli düzenlemelerde yer alabilir: Okulda, ailede, toplu iletişim araçlarında, kateşezlerde ve bunun gibi mecralarda. Biz gençken ekilen tohum olan iyi eğitim, yaşam boyu meyve vermeye devam eder. Burada, ailenin önemini vurgulamak istiyorum: “Tanrı’nın armağanı olan yaşama kabul edildiğimiz yer olan, maruz kalınan pek çok tehlikeye karşı koruyan ve otantik insan gelişimini oluşturan durumlarla uyum içinde gelişmeyi sağlayan yer, ailedir. Ölüm kültürü olarak adlandırılan kültürün karşısında aile, yaşam kültürünün merkezidir”149. Ailede ilk önce yaşamı sevmeyi ve ona saygı göstermeyi öğreniriz; eşyaları gerektiği gibi kullanmak, düzenli ve temiz tutmak, yerel ekosisteme saygı ve tüm yaratıklara özen göstermek bize öğretilir. Ailede bütüncül bir eğitim alırız, bu bizim kişisel olgunlukta uyumlu gelişmemizi sağlar. Ailede talep etmeden istemeyi, bize verilen şeye karşı samimi şükran duyarak teşekkür etmeyi, saldırganlığımızı ve açgözlülüğümüzü kontrol etmeyi, zarar verdiğimizde özür dilemeyi öğreniriz. Yürekten gelen nezaketle yapılan basit jestler yaşamı paylaşma kültürü ve etrafımıza saygıyı oluşturmaya yardım eder.


214. Politik kurumlar ve diğer çeşitli toplumsal gruplara da halkın farkındalığını artırmaya yardımcı olma görevi verilebilir. Kilise de bunlar arasında yer alabilir. Tüm Hristiyan cemaatleri ekolojik eğitimde önemli bir rol oynarlar. Seminerlerimiz ve eğitim evlerimizin yaşamın sadeliği sorumluluğu, Tanrı Sözü’nü şükranla düşünmek, yoksulların ihtiyaçları ve çevrenin korunması için endişelenmek üzerine bir eğitim vereceklerini ümit ediyorum. Yükler çok ağır olduğu için çevreye zarar verenlere ceza uygulama yetkisi bulunan kurumlara ihtiyacımız var. Fakat aynı zamanda özdenetim ve başkasından öğrenme isteği nitelikleri taşıyan çalışanlara da ihtiyaç var.


215. Bu konuda, “iyi estetik eğitim ve sağlıklı çevrenin korunması arasındaki ilişki görmezden gelinemez”150. Görmeyi öğrenerek ve güzel olana değer vererek, kendine dönük pragmatizmi reddetmeyi öğreniriz. Bir kişi güzel olan bir şeye durup da bakmayı öğrenmediyse, her şeye vicdansızca kullanılacak ve istismar edilecek nesneler olarak davrandığını görmek bizi şaşırtmayacaktır. Derin bir değişikliğin gelmesini istiyorsak, davranışlarımızı gerçekten etkileyen belirli düşünce kalıplarını uygulamaya ihtiyacımız var. İnsan türü, yaşam, toplum ve doğa ile ilişkilerimizi yeni bir yaklaşımla ele almayı teşvik etmek için mücadele etmedikçe, eğitim çabalarımız yetersiz ve etkisiz kalacaktır. Diğer yandan tüketim değerler dizisini medyanın yardımı ve yüksek etkili pazarlar sayesinde ilerlemeyi sürdürecektir.


III. EKOLOJİK TÖVBE


216. Hristiyan maneviyatının zengin mirası, yirminci yüzyılın bireysel ve cemaatsel deneyiminin meyvesi, insanlığın yenilenmesi için değerli bir katkıda bulunmuştur. Burada, Hristiyanlara İncil’in öğretişi doğrudan düşünce, hissetme ve yaşama yöntemimizi etkilediği için iman kanaatimizde yer alan ekolojik maneviyat için birkaç öneride bulunmak istiyorum. Düşüncelerden ya da kavramlardan çok, ne tür bir maneviyatın bizi dünyanın daha tutkulu bir şekilde korunması için motive edebileceği ile ilgileniyordum. Böyle yüce bir taahhüt, “bizi cesaretlendiren, teşvik eden, besleyen ve bireysel ve cemaatle faaliyetlerimize anlam katan”151 bizi esinleyen bir maneviyat olmadan sadece doktrinle desteklenemezdi. Kuşkusuz Hristiyanlar bedenden ya da doğadan ya da dünyasal gerçekliklerden ayrıştırılmamış fakat onlarda ve onlarla yaşayan, etraflarındaki her şeyle birlik içinde olan ruhun yaşamının olduğu yerde Kilise’ye Tanrı tarafından bağışlanan ruhsal hazineyi her zaman içselleştirip geliştirmemişlerdir.


217. “Yeryüzünde, dışarıdaki çöller giderek büyüyor, çünkü içimizdeki çöller son derece geniş”152. Bu nedenle ekolojik kriz her zaman derin içsel tövbeye çağırır. Bazı sadık ve duaya düşkü Hristiyanların gerçekçilik ve pragmatizmi reddetmek adına çevre hakkındaki endişeleri saçma bir şekilde ifade etme eğilimi bulunduğunu söylemek gerekiyor. Pasif olan diğerleri, bir kısmı alışkanlıklarını değiştirmemeyi seçiyor ve bu nedenle diğerleri de tutarsız. Bu durumda etraflarındaki dünya ile ilişkilerinin kanıtı olan Mesih İsa ile karşılaşmalarının etkisi ile ihtiyaç duydukları şey bir “ekolojik tövbe”dir. Erdemli bir yaşamın gereğidir; Bu isteğe bağlı ya da Hristiyan deneyiminin ikincil bir özelliği değildir.


218. Aziz Assisili Fransuva’nın örneğini akılda tutarak yaratılışla sağlıklı bir ilişkinin hatalarımızı, günahlarımızı, kusurlarımızı ve yanlışlıklarımızı fark ederek ve yürekten bir pişmanlık ve değişme arzusu ile tamamen kişisel bir tövbenin boyutlarından biri olduğunu kavrayacağız. Avustralya episkoposları yaratılışla barışmayı başaran bu tür bir tövbenin önemini anlatırlar: “Bu tür bir barışmayı sağlamak için yaşamımızı irdelemeli ve eylemlerimiz ve hatalı davranışlarımızla Tanrı’nın yaratılışına verdiğimiz zararın çeşitlerini görmeliyiz. Bir tövbe ya da yüreğin değişimini yaşamak gereklidir”153


219. Bireylerin kendilerini geliştirmeleri kendi başına dünyamızın yüzyüze olduğu son derece karmaşık durumun kendisi tarafından çözülmesini sağlamayacaktır. İzole edilmiş bireyler faydacı zihniyetten kaçma yetisini ve özgürlüğünü kaybedecek, ve sosyal ve ekolojik farkındalıktan yoksun bir etik dışı tüketiciliğe av olacaktır. Toplumsal sorunlar, cemaat ağı ile yönlendirilmelidir, sadece bireysel iyi niyetlerin toplamı ile bu değil. Bu amaç “asla bireysel inisiyatif ile ya da bireysel olarak insanların güçlerini birleştirmesi yoluyla asla başarılamayacak son derece büyük insan taleplerini ele almaktır. Dünyaya egemen olma çabası, yetenekleri birleştirme ve sadece oldukça farklı davranışların gelişmesinden gelen başarıları birleştirme çağrısıdır”154. Ekolojik tövbe değişimi aynı zamanda cemaatçe bir tövbeye taşıma ihtiyacı hakkındadır.


220. Bu tövbe çağrısı birlikte şefkat dolu cömert bir bakım ruhunu teşvik eden bir dizi davranış için yapılan bir çağrıdır. Öncelikle dünyanın, Tanrı’nın bir armağanı olduğunu bilerek ve O’nun kendini kurban edişindeki ve iyi işlerindeki cömertliğine benzemeye çağrılmışlıkla şükran ve karşılıksız vermeyi beraberinde getirir: “Siz sadaka verirken, sol eliniz sağ elinizin ne yaptığını bilmesin. Öyle ki, verdiğiniz sadaka gizli kalsın. Gizlice yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir” (Mt. 6, 3-4). Bizim geri kalan aratılışla bağlantısız olmadığımız ve muhteşem bir evrensel birliğe bağlandığımızın sevgi dolu farkındalığını bize gösterir. İnananlar olarak dünyaya dışarıdan değil içerien bakıyoruz, Peder’in bizi tüm varlıklara bağladığı bağın bilincinde olarak. Tanrı vergisi kapasitelerimizi bireysel olarak geliştirmekle, ekolojik bir tövbe büyük bir yaratıcılık ve dünyanın sorunlarını tekrar çözmek ve kendimizi Tanrı’ya “diri, kutsal, Tanrı’yı hoşnut eden birer kurban olarak” sunmak için bir coşku esinleyebilir. Kendi üstünlüğümüzü kişisel övgü ya da sorumsuz egemenlik için değil, kendi imanımızdan kaynaklanan ciddi bir sorumluluğun devamı olan farklı bir kapasite olarak görmek gerekir.


221. Bu Genelge’nin başından beri geliştirilen imanımız hakkındaki çeşitli görüşler, bu tövbenin anlamını zenginleştirmemize yardımcı olacaktır. Bunlar, her yaratığın Tanrı’dan bir şeyler yansıttığı ve bize iletilecek mesajları olduğu ve Mesih’in bu maddi dünyayı üzerine alarak ve artık dirilmiş olduğu halde her bir varlıkta sevgisi ile onu kuşatarak ve ışığı ile ona nüfuz ederek mevcut bulunmaktadır. Yani Tanrı’nın arattığı dünyada bir düzene ve bir dinamizme göre yazılmış ve insan soyunun görmezden gelme hakkının olmadığı bir bilgi mevcuttur. İncil’de İsa’nın gökte uçan kuşlar için “hiç biri Tanrı katında unutulmuş değildir” (Lk. 12,6) dediğini okuyoruz. Öyleyse nasıl onlara kötü davranabilir, zarar görmelerine neden olabiliriz? Tüm Hristiyanlardan tövbelerinin bu boyutunu görü tam anlamıyla yaşamalarını istiyorum. Aldığımız lütfun ışığı ve gücü sayesinde diğer yaratıklar ve etrafımızdaki dünya ile de ilişkimiz aydınlansın. Böylece Assisli Aziz Fransua’da bütün parlaklığı ile vücut bulmuş olan tüm yaratılışla saf bir kardeşliği sürdürebilelim.



IV. SEVİNÇ VE BARIŞ


222. Hristiyan maneviyatı, yaşam niteliği için alternatif bir anlayış öne sürer ve tüketim saplantısından özgür, derin bir memnuniyet kapasitesi olan, peygamberce ve kontemplatif bir yaşam biçimini teşvik eder. Farklı dini geleneklerde ve elbette Kutsal Kitap’a da yer alan kadim dersleri almaya ihtiyacımız bulunuyor. “Az çoktur” şeklinde bir görüş var. Yeni tüketim mallarının sürekli akışı yürekleri köreltiyor ve her an her şeyden zevk almamızı önlüyor. Küçük bile olsa her gerçekliğe sakince hazır olmak, bizi çok daha geniş anlayış ufuklarına ve kişisel tamlığa açık kılar. Hristiyan maneviyatı azla mutlu olma kapasitesi ve uyumu ile belirlenmiş büyümeyi ileri sürer. Bunun karşılığında, sadelik durup, küçük şeylerden zevk almamıza olanak verir hayatın bize getirdiği fırsatlara şükran duymamızı, sahip olduklarımızdaki maneviyatı görmemizi ve eksikliklerimizden üzüntü duymamamızı sağlar. Bu, egemenlik dinamiğini ve sadece biriktirmekten duyulan hoşnutluğu önleyecektir.


223. Özgürce ve bilinçli olarak yaşandığında bu tür bir ağırbaşlılık özgürleştiricidir. Bu, birinin yaşamını daha kısıtlı ya da daha az yoğunlukta yaşaması anlamına gelmez. Gerçekte her bir andan daha çok keyif alıp ve o anı daha iyi yaşayan kişiler, orada burada her zaman neye sahip olmadıklarını araştırmaktan vazgeçerler. Her bir kişinin ve her bir şeyin değerini takdir ederek en sade şeyleri tanıyıp onlardan zevk almayı öğrenirler. Doyurulmamış ihtiyaçlarını bir kenara bırakıp saplantı ve yorgunluklarını azaltabilirler. Küçük şeylerle yaşamakla daha fazla şey yaşayabilirler; kardeşçe bağlılıklarda, hizmet etmekte, kendilerine verilen müzik, sana, doğa ile ilişki kurma ve dua armağanlarında geliştikçe diğer şeylerden memnun olmaya başlayıp, tatmin bulurlar. Mutluluk, bizi kısıtlayan şeyleri nasıl sınırlandırabileceğimizi bilmek ve hayatın bize sunduğu pek çok farklı olanağa açık olmaktır.


224. Geçtiğimiz yüzyılda yumuşak başlılık ve alçakgönüllülük pek beğenilen özellikler değildi. Ve halen kişisel ve toplumsal yaşamda belli erdemlerin uygulanmasında, çevresel konular da dâhil olmak üzere çok sayıda dengesizliklere neden olan genel bir kırılma görülmektedir. Ekosistemin bütüncüllüğü hakkında sadece konuşmanın neden yeterli olmadığı buradan anlaşılabilir. İnsan yaşamının bütünlüğü, yüce değerlerin teşviki ve birliğinin gerekliliği için mücadele vermek zorundayız. Önce alçakgönüllülüğü yitirdik ve sonra her şey üzerinde sınırsız hâkimiyet olasılığı ile köleleştik, kaçınılmaz olarak toluma ve çevreye zarar vermeye başladık. Kendimizi özerk olarak görüp, Tanrı’yı hayatımızın dışına ittiğimizde, ya da onun yerine kendi egomuzu koyduğumuzda, kendi taraflı duygularımızın neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyebileceğini düşündüğümüzde bu tür sağlıklı bir alçakgönüllülüğü ve mutlu bir yumuşak başlılığı teşvik etmek pek de kolay değildir.


225. Diğer yandan hiç kimse kendisi ile barışık olmadan ılımlı ve tatminkâr bir hayat oluşturamaz. Ruhsallığın yeterince anlaşılması, savaşın yokluğundan çok daha fazlası olan barışı kavrayışımızın genişlemesi sayesinde olacaktır. İçel barış ekolojiye ve herkesin yararına gösterilen dikkatle yakından ilişkilidir, çünkü otantik bir şekilde yaşamak, yaşamı daha derin bir şekilde anlamaya bizi götüren merak kapasitesiyle birlikte dengeli bir yaşam tarzının birleşimidir. Doğa, sevgi sözleriyle doludur, fakat sürekli gürültü içinde, bitmeyen ve sinirleri harap eden çılgınlığın ortasında nasıl bu sözleri dinleyebiliriz? Çoğu insan kendisini çılgınca faaliyetlere yönelten ve son derece meşgul hissettiren, etraflarındaki her şeyin üzerinden dörtnala geçen sürekli bir acele içinde derin bir dengesizlik yaşamaktadır. Bu da onarın çevreye karşı tutumlarını etkiler. Bütüncül ekoloji, kendi yaşam biçimimizi ve düşüncelerimizi düşünerek ve aramızda olan, bizi çevreleyen varlığı “icat edilmeyen, fakat bulunan, ortaya çıkarılan”155 Yaratıcı’yı düşünerek; yaratılışla sakin bir uyumu tekrar oluşturmayı da içine alır.

226. Sakin bir dikkatle hayata yaklaşmayı sağlayan, neyin geleceğini düşünmeden tam anlamıyla hazır bulunarak bekleyen, her anı tam anlamıyla yaşamak için Tanrı’dan gelen bir armağan olarak kabul eden bir yüreğin davranışı hakkına konuşuyoruz. İsa bize bu davranışı, kırdaki zambaklara ve gökteki kuşlara bakmaya çağırdığında ya da zenin genç adamı görüp onun huzursuzluğunu anlayarak “ona sevgiyle baktığında” (Mk. 10,21) öğretiyor. O her yerde ve her şeyde hazır bulunuyordu, bu yola bizi yapay, saldırgan ve takıntılı tüketiciler yapan sağlıksız endişeyi yenmek için yol gösterdi.


227. Bu davranışın bir ifadesi, yemekten önce ve sonra durup Tanrı’ya şükrettiğimizde kendisini gösterir. Tüm inananlardan bu harika ve anlamlı geleneğe dönmelerini istiyorum. Kısa da olsa bu takdis anı, yaşam için Tanrı’ya bağımlı olduğumuzu bize hatırlatır; yaratılış armağanı için şükran duygumuzu güçlendirir; emekleriyle bize bu nimetleri veren kişileri tanımamızı sağlar; büyük ihtiyaç içinde olanlarla dayanışma kurmamıza önayak olur.



V. SİVİL VE POLİTİK SEVGİ


228. Doğaya özen göstermek, birlikte ve birlik içinde yaşama kapasitesini de kapsayan bir yaşam biçiminin parçasıdır. İsa bize Tanrı’nın ortak ederimiz olduğunu ve bunun bizi erkek ve kız kardeşler haline getirdiğini hatırlatıyor. Kardeşlik sevgisi karşılıksızdır; bizim için bir şey yapan ya da yapacak olan başkalarına borçlu olmak gibi değildir. Bu, düşmanlarımızı sevmenin neden mümkün olduğunu bize gösterir. Ay’ı karşılıksız sevmek, onları kontrol edemesek de rüzgârı, güneşi ve bulutları da sevmeyi bize esinler. Aynı duyarlılıkla “evrensel kardeşlik”ten de söz edebiliriz.


229. Birimizin diğerine ihtiyacı olduğu, başkası için sorumluluğu paylaştığımız ve iyi ya da düşmüş olanın buna layık olduğu yönündeki görüşü tekrar kazanmalıyız. Yeterince ahlaksızlıkta bulunduk, etikle, iyilikle ve dürüstlükle alay ettik. Artık yapaylığın hafifliğinden bize yarar gelmediğini anlamamız gerekiyor. Sosyal yaşamın temelleri çürüdüğünde çıkar çatışmaları üzerine savaşlar, şiddet ve kötülüğün yeni türleri ve çevreye özen kültürünün samimiyetle gelişmesi için engeller ardı ardına ortaya çıkar.


230.Azize Lisieuxlü Teresa bizi, barış ve dostluk tohumu eken nazik sözler, gülümseme ya da küçük davranışları yerine getirerek sevginin küçük yolunda yürümeye davet eder. Bütüncül bir ekoloji, şiddet mantığını, sömürüyü ve bencilliği kıran günlük sade davranışlarla da oluşturulur. Sonuç olarak aşırı tüketimin yer aldığı bir dünya yaşamın tüm biçimlerine uygunsuz davranılan bir dünya demektir.


231. Karşılıklı özenin küçük jestleriyle akıp giden sevgi, hem sivil hem de politiktir ve daha iyi bir dünya inşa etmeyi isteyen her davranışta kendini hissettirir. Topluma duyulan sevgi ve herkesin yararına verilen taahhüt, sadece bireyler arasındaki değil aynı zamanda “makro ilişkiler, toplumsal, ekonomik ve politik olanları”156 da etkileyen yardımseverlik sevgisinin önemli bir ifadesidir. Kilise’nin dünyaya “sevginin uygarlaşması”157 idealini koyma nedeni budur. Toplumsal sevgi otantik gelişmenin anahtarıdır: “Toplumun daha insanca, daha insana layık, toplumsal yaşamda – politik, ekonomik, kültürel – sevgi içinde olması için tüm faaliyetlerde sürekli ve en yüksek normlarla yenilenmiş bir değer verilmesi gereklidir”158. Bu çerçevede küçük günlük davranışların öneminin yanı sıra toplumsal sevgi çevrenin yok oluşunu önlemek ve toplumun tamamına nüfuz eden “özen kültürü”nü cesaretlendirmek için daha geniş stratejiler kullanmaya yöneltir. Tanrı’nın bizi başkalarıyla birlikte bu sosyal dinamiklere müdahale etmeye çağırdığını hissettiğimizde bunun da ruhsallığımızın bir arçası olduğunu, yardımlaşma sevgisinin yerine getirilmesi olduğu kadar bizi olgunlaştırıp kutsallaştırdığını da görürüz.


232. Herkes doğrudan politik bir yaşam sürmeye çağrılmamıştır. Toplum hem doğal hem şehir yaşamında herkesin yararını teşvik eden ve çevreyi savunan sayısız örgütlenmenin çalışmalarıyla da zenginleşmiştir. Bazıları, halka açık yerler için dikkat gösterir (bir bina, çeşme, terkedilmiş bir anıt, bir kara parçası, bir meydan) ve herkese ait bir yer olarak onu korumak, yenilemek, geliştirmek ya da güzelleştirmek için mücadele eder. Bu cemaat eylemleri etrafında yeni ilişkiler gelişir ya da toplumsal doku onarılır ya da yeni bağlar ortaya çıkar. Bu nedenle bir toplum tüketim tarafından kayıtsızlığın artması nedeniyle dağılır. Bu faaliyetler hatırlanacak ve anlatılacak bir öyküyle birlikte ortak bir kimlik oluşturur. Bu yolla Tanrı’nın bize emanet ettiği ve içinde yaşadığımız ortak evimizde bir dayanışma duygusuyla dünyaya ve yoksulların yaşam kalitesini artırmaya yönelik bir çaba başlar. Bu cemaat faaliyetleri kendini veren sevgi ifade edildiğinde yoğun ruhsal deneyimler haline de gelebilir.


VI. AYİNSEL İŞARETLER VE DİNLENMENİN KUTLANMASI

233. Evren, kendisini tamamen dolduran Tanrı’da açılır. Bundan dolayı bir yaprakta, bir dağ yolunda, bir çiy damlasında yoksul bir insanın yüzünde mistik bir anlam bulunur159. İdeal olan, ruhta Tanrı’nın eylemlerini keşfetmek için harici olandan dâhil olana geçiş yapmak değil, Tanrı’yı her şeyde keşfetmektir. Aziz Bonaventura “Tanrı’nın lütfunun yüreklerimizde işlediğini daha fazla hissettikçe kontemplasyon derinleşir ve dışımızdaki yaratıklarda Tanrı ile karşılaşmayı daha iyi öğreniriz” diye öğretir160.


234. Haçın Aziz Yuhannası tüm iyiliğin, bu dünyanın gerçekliği ve deneyimlerinde bulunduğunu öğretir: “ fazlasıyla, sonsuz ölçüde yada gerektiği gibi, her birinde yüce gerçeklik Tanrı’nın kendisidir”161. Bu, dünyanın sınırlı varlıklarında gerçekten ilahiyat olduğundan değil, mistik deneyimin Tanrı ve tüm varlıklar arasında samimi bir bağ kurması ve bu nedenle “her şey Tanrı’dır”162 şeklinde hissetmesi nedeniyledir. Bir dağın karşısında hayranlıkla kalakalmak, bu deneyimi Tanrı’dan ayıramamak ve yaşadığı içsel hayranlığının Tanrı’ya hayal edilmesi gerektiğini kavramasından kaynaklanır: “Dağlar yüksek ve bereketli, engin, güzel, zarif, parlak ve çekici. Bu dağlar Sevdiğim benim için neyse odur. Yalnız vadiler sessiz, hoş, serin, gölgeli ve akan serin suyla dolu; bağrında çeşitlilikleriyle ve kuşların tatlı şarkılarıyla, duyulara cömert bir yenilenme ve memnuniyet veriyorlar, sessizlik ve sükûnetlerinde bizi yenileyip dinlendiriyorlar. Bu vadiler, Sevdiğim benim için neyse odur”163.


235. Kutsal Sırlar, Tanrı tarafından bahşedilmiş doğanın doğaüstü yaşam üzerine meditasyon yamak için araç haline gelmesinde ayrıcalıklı bir yoldur. Tanrı’ya ibadet etmek yoluyla, dünyayı farklı bir düzlemde kucaklamaya davet ediliriz. Su, yağ, ateş ve renkler tüm simgesel güçlerini alır ve dua eylemimizde bütünleşirler. Kutsayan eller, Tanrı sevgisinin bir aracı ve yaşam yolunda bize yoldaşlık etmek üzere gelmiş olan Mesih İsa’nın yakınlığının bir ifadesidir. Vaftizde çocuğun vücudu üstüne dökülen su, yeni bir yaşamın işaretidir. Tanrı ile karşılaşmak bu dünyadan kaçmak ya da doğamıza sırt çevirmek değildir. Bu, özellikle Hristiyan Doğu’nun maneviyatında açıktır. “Doğuda, güzellik, ilahi uyumu vurgulayan en sevgili adlardan biridir ve görünüm değiştirmiş insanlığın modeli her yerde görülür: bir kilisenin biçiminde, seslerde, renklerde, ışıklarda, kokularda”164. Hristiyanlar için maddi evrenin tüm yaratıkları kendi gerçek anlamlarını Beden Alan Kelam’da bulur, çünkü Tanrı Oğlu maddi dünyayı kendi bedenine bütünleştirerek kesin dönüşümün tohumunu yerleştirmiş oldu.. . Hristiyanlık maddeyi reddetmez. Dahası, bedenli olmak tüm litürjik eylem sırasında tüm değerleri ile tanınır, orada insan vücudu kutsal Ruh’un mabedi olarak ve dünyanın kurtuluşu için beden almış olan Mesih İsa ile birlik içinde, içsel doğasını ortaya çıkarır”165


236. Tüm yaratıkların en üstün yüceltilmeyi bulduğu yer Efkaristiya’dır. Kendisini dokunulur olarak göstermeyi isteyen Lütuf, Tanrı insan olup kendini yarattıklarının besini olarak verdiğinde en aşılamaz ifadesini bulur. Beden Alma gizeminin zirvesinde Rab, maddenin kırılışı yoluyla en mahrem derinliklerimize erişmeyi seçti. O yukarıdan değil, fakat içeriden geldi, o kendisini bize ait dünyada bulabilelim diye geldi. Efkaristiya’da doluluk zaten başarılmıştır; o evrenin yaşayan merkezidir, sevginin ve tükenmez yaşamın aktığı merkezdir. Efkaristiya’da mevcut olan beden almış Oğul’a katılmakla tüm evren Tanrı’ya şükran sunar. Aslında Efkaristiya’nın kendisi kozmik sevginin bir hareketidir: “Evet, kozmik! Çünkü bir kasaba kilisesinin mütevazı sunağında bile kutlansa Efkaristiya daima bir şekilde dünyanın sunağında kutlanır”166. Efkaristiya göğü ve yeri birleştirir; tüm yaratılışı kucaklar ve nüfuz eder. Tanrı’nın ellerinden çıkmış olan dünya tekrar ona kutsanmış ve bölünmemiş bir tapınma ile döner: Efkaristiya ekmeğinde, “yaratılış ilahileşmeye, kutsal düğün yemeğine, Yaratıcı’nın kendisi ile bir olmaya doğru atılım yapar”167 Bundan dolayı Efkaristiya aynı zamanda ışığın kaynağı ve bizi tüm yaratılışın gözetmeni olmaya yönelten çevre hakkında endişe için motivasyonun nedenidir.


237. Pazar günü Efkaristiya katılmanın özel bir önemi bulunur. Yahudilerin Şabat Günü gibi, Pazar Günü, Tanrı ile, kendimizle, başkalarıyla ve dünya ile ilişkilerimizi iyileştirdiğimiz gün anlamına gelir. Pazar dirilişin günü, Rabde dirilen insanlığın, yeni yaratılışın ilk günü, gerçekte tüm yaratılışın son görünüm değiştirmesinin taahhüdüdür. Bu aynı zamanda “insanın Tanrı’da ebedi istirahatini”168 de ilan eder. Bu şekilde Hristiyan ruhaniyeti, dinlenme ve bayram yapma değerlerini oluşturur. Kontemplatif dinlenmenin verimsiz ve gereksiz olduğu şeklinde yorumlama eğilimi içindeyiz, fakat böyle yapmak, çalışma konusunda yapılması gereken en önemli şeydir. Sadece aktif olmaktan tamamen farklı bir şekilde işlerimizi kabul ve şükranla yerine getirmek üzere çağrılmış bulunuyoruz. Dahası, bu bizim özümüzün başka yanını şekillendiren bir çalışma türüdür bu. İnsan faaliyetlerini boşa çalışma haline gelmekten korur; ayrıca başkalarına zarar verecek şekilde kişisel kazanç arayan sınırsız açgözlülük ve izolasyon duygusundan korur. Haftalık dinlenme kuralı yedinci günde çalışmayı yasaklamıştır, “Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksiniz. Böylece hem öküzünüz, eşeğiniz dinlenir, hem de kadın kölenizin oğulları ve yabancılar rahat eder.” (Çık. 23, 12). Dinlenmek gözlerimizi daha geniş bir ufka açar ve başkalarının hakları konusunda bize yenilenmiş bir hassasiyet sağlar. Veböylece dinlenme gününde Efkaristiya’yı merkeze alarak, onun ışığı tüm haftanın üzerine dökülür ve bizi doğa ve yoksullar için daha büyük bir duyarlılık için teşvik eder.


VII. KUTSAL ÜÇLÜ BİRLİK VE YARATIKLAR ARASINDAKİ İLİŞKİ

238.Peder, herşeyin en üst kaynağı ve tüm varlıkların temelindeki sevgi ve öz iletişimdir. Oğul, kendisi aracılığıyla her şeyi yarattığı ve Meryem’in rahminde ona şekil verirken bu dünyayı kendisinde birleştirdiği düşüncesidir. Ruh, sonsuz sevgi bağı, evrenin merkezinde derinlemesine yer alan yeni yollar esinleyen ve açandır. Dünya bu üç Şahsın tek bir ilahi temel olarak eleme geçmesi ile yaratıldı, fakat onlardan her biri kendi kişisel özelliğine uygun olarak bu ortak işi gerçekleştirdi. Buna istinaden “Tüm yüceliği ve güzelliği ile evrenin harikalarını düşünürken, tüm Kutsal Üçlü Birliği yüceltmeliyiz”169.


239. Hristiyanlar için Tanrı’da Kutsal Üçlü Birliğe inanmak, Kutsal Üçlü Birliğin işaretini tüm yaratılış üstüne bıraktığını belirtmektir. Aziz Bonaventura insan türünün günahtan önce her bir yaratığın “Tanrı’nın üç olduğuna tanıklık ettiğini” görebildiğini söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Kutsal Üçlü Birlik için doğada onu düşünüp tanımaya çalışmak “kitap insanın önünde açık ve gözlerimiz henüz kararmamışken ona bakmak” gibidir170. Fransisken Aziz bize her yaratığın kendi içinde Kutsal Üçlü Birlik yapısının özelliklerini taşıdığını, eğer insanın bakışı bölnmüş, kararmış ya da bozulmuş değilse kolayca onun üzerinde derinlemesine düşünebileceğini bize öğretiyor. Bu yolla bize Kutsal Üçlü Birlik anahtarı ile gerçeği okuma denemesinin mücadelesini gösteriyor.


240. Bu İlahi Kişiler somut ilişki içindedirler ve bu ilahi modele göre yaratılmış olan dünya da bir ilişkiler ağıdır. Yaratılış Tanrı’ya yönelme eğilimindedir ve buna uygun olarak her yaşayan varlık bir diğerine yönelmektedir, böylece tüm evrende sayılamayacak kadar çok sürekli ve gizlice dokunmuş ilişkiler bulabiliriz171. Bu bizi sadece yaratıklar arasında var olan bağlantıların dallanıp budaklanmasına hayran olmaya götürmez, aynı zamanda kendi tamamlanışımızı keşfetmek için bir anahtar da sunar. İnsan, büyüdükçe, olgunlaştıkça ve kutsallaştıkça Tanrı ile ilişkisini yaşamak için başkalarıyla ve tüm yaratılışla ilişkiye girer. Bu yolla yaratıldıkları sırada Tanrı’nın üzerlerine damgaladığı kutsal üçlü birlik dinamizmini yerine getirirler. Her şey birbiri ile bağlanmış durumdadır ve bu bizi Kutsal Üçlü Birliğin gizeminden akan küresel dayanışmanın ruhaniyatını geliştirmeye davet eder.


VIII. TÜM YARATILIŞIN KRALİÇESİ


241. İsa’ya bakmış olan Anne Meryem, şimdi de analık sevgisi ve acı ile bu yaralı dünyaya bakım veriyor. Yüreği İsa’nın ölümü yüzünden kılıçla delinmişti ve şimdi de haça gerilen bu fakirler ve insan gücünün boşa harcadığı bu dünyanın yaratıkları için kalbi yasla kanıyor. Tamamen görünüm değiştirmiş olarak artık İsa ile birlikte yaşıyor ve tüm yaratıklar onun güzelliğini övüyor. O, “güneşe sarınmış, ayaklarının altında ay ve başında on iki yıldızdan bir taç olan” Kadındır (Va. 12,1). Göğe alınmıştır ve O, tüm yaratılışın Annesi ve Kraliçesi’dir. Onun yüceltilmiş bedeninde Dirilen Mesih ile birlikte yaratılışın bir bölümü güzelliğinin doluluğuna erişti. O İsa’nın tüm yaşamının hazinesini yüreğinde taşıdı (Bk. Lk. 2, 19,51) ve artık her şeyin anlamını biliyor. Bundan dolayı ondan dünyaya bilgeliğin gözleriyle bakmamızı sağlamasını isteyebiliriz.


242. Nasıralı Kutsal Aile’de O’nun yanında duran kişi, Aziz Yusuf’tur. O çalışarak ve cömert varlığıyla Meryem ve İsa’ya bakıp korudu, onları Mısır’a götürüp sonra da geri getirerek haksız şiddetten kurtardı. İncil Yusuf’u dürüst, çok çalışan ve güçlü bir adam olarak tasvir eder. Fakat o aynı zamanda büyük bir şefkat gösterir, zayıflığın değil fakat gerçek gücün, gerçeğin tam anamıyla farkında olmanın ve sevemeye ve tevazu ile hizmet etmeye hazır olmanın bir işaretidir bu. Bu nedenle O, evrensel kilisenin koruyucusudur. O, aynı zamanda nasıl özen göstereceğimizi e öğretir; Tanrı’nın bize emanet ettiği dünyayı cömertlikle ve şefkatle korumak için çalışmanın ilhamını bize verir.


IX. GÜNEŞİN ÖTESİNDE


243. Sonunda kendimizi Tanrı’nın sonsuz güzelliği ile yüz yüze bulacağız (Bk. 1. Ko. 13,12) ve bizimle birlikte bitmeyen mutluluğu paylaşan evrenin gizemini hayranlıkla ve mutlulukla okuyabileceğiz. Şimdiden ebediyetin Şabat gününe, yen, Yeruşalim’e göklerdeki ortak evimize doğru yolculuk ediyoruz. İsa diyor ki: “Her şeyi yeniliyorum” (Va. 21,5). Ebedi yaşam her bir yaratılışın görkemle görünüm değiştirdiği, hak ettiği yeri aldığı ve tek bir kez ve hepsinin özgür kaldığı bu yoksul erkek ve kadınlara verecek bir şeyleri olan hayranlık deneyiminin yaşandığı bir paylaşım olacaktır.


244. Aynı zamanda burada bulunan her şeyin göksel şölene alınacak olduğunu bilerek bize verilmiş bu evde hep birlikte görevlerimizi yerine getirmek üzere bir araya geliyoruz. Tüm yaratılışla birlik içinde bu toraklarda Tanrı’yı arayarak yola devam ediyoruz, çünkü dünyanın bir başlangıcı varsa ve yaratılmışsa onu başta bize vereni araştırmamız gerekir, O Yaratıcı’dır”172. Yürüdükçe şarkı söyleyelim. Bu gezegen için mücadelemiz ve endişelerimiz asla ümidin sevincini bizden almasın.


245. Bizi cömertçe bir taahhüde ve kendimizi ona vermeye çağırmış olan Tanrı, yolumuzda devam etmek için gereken ışığı ve gücü bize verir. Bu dünyanın merkezinde bizi çok seven yaşamın Rabbi daima mevcut bulunur. O bizi asla terk etmez, bizi asla yalnız bırakmaz, çünkü o kendisini kesinlikle dünyamıza birleştirmiştir ve onun sevgisi sürekli bizi ileri doğru yeni yollar bulmaya yöneltir. Ona övgüler olsun!

* * * * *

246. Hem sevinçli hem sorunlarla dolu bu uzun düşüncenin sonunda iki duayı size öneriyorum. Birincisi, bir taraftan biz Hristiyanların İsa’nın İncili tarafından yaratılış için önümüze konan taahhüdü üstlenmek için bize ilham vermesini isterken, Her şeye Kadir Yaratıcı tek Tanrı’ya inanan herkesle paylaşabileceğimiz bir dua:


Dünyamız için dua


Her şeye kadir Tanrı, tüm evrende

Ve yarattıklarının en küçüğünde de mevcutsun.

Var olan her şeyi şefkatinle kucaklarsın.

Sevginin gücünü üzerimize dök

Böylece yaşamı ve güzelliği koruyabilelim.

Bizi barışla doldur, böylece

Erkek ve kız kardeşler olarak kimseye zarar vermeden yaşayabilelim.

Ey yoksulların Tanrısı,

Senin gözünde son derece değerli olan

Ve bu dünyada terkedilmiş ve unutulmuş olanları kurtarmamıza yardım et,

Yaşamlarımıza şifa ver,

Böylece dünyayı koruyalım, ona zarar vermeyelim,

Güzellik ekelim, kirlilik ve yıkım değil.

Yoksulları ve dünyayı harcama pahasına

Sadece kazanç arayanların,

Yüreklerine dokun ey Rab.

Her şeyin değerini keşfetmeyi öğret bize,

Hayranlık ve kontemplasyonla dolu,

Her yaratıkla derinden birleşmiş olduğumuzu bilerek

Senin sonsuz ışığına doğru yolumuzda ilerleyelim.

Her gün bizimle olduğun içi sana şükrederiz.

Sana yalvarıyoruz, adalet, sevgi ve barış için

Mücadelemizde

Bize cesaret ver.

Yaratılış ile birlik için bir Hristiyan Duası


Ey Peder, tüm yaratıklarınla birlikte seni överiz.

Onlar senin her şeye kadir elinden çıktılar;

Senin varlığın ve şefkatli sevginle dolu olarak, onlar senindir.

Sana övgüler olsun!


Ey Tanrı’nın Oğlu İsa,

Senin aracılığınla her şey yaratıldı.

Annemiz Meryem’in rahminde şekillendin,

bu dünyanın bir parçası haline geldin,

bu dünyaya insan gözleriyle baktın.

Bugün, her yaratıkta dirilişinin şanında yaşıyorsun.

Sana övgüler olsun!


Ey Kutsal Ruh, ışığın ile Peder’in sevgisine doğru bu dünyaya yol göster

Ve doğum ağrıları içinde inleyen bu yaratılışa yoldaş ol.

Yüreklerimizde yerleşmiş olan sen,

İyi olanı yapmak için bize ilham ver.

Sana övgüler olsun!


Üçlü birlikte tek olan Rab,

Sonsuz sevginin harika birlikteliği,

Evrenin güzelliklerinde

Her şey seni anlattığı için

Seni seyretmeyi bize öğret.

Yarattığın her şey için

Övgü ve şükranlarımızı uyandır.

Her şeye derinden katılmış olma hissinin

lütfunu bize bağışla.


Ey Sevgi Tanrısı, bu dünyadaki yerimizi bize göster,

Dünyadaki tüm yaratıklar için,

Senin gözünde hiç birisinin unutulmuş olmaması için,

Senin sevginin iletmemizi sağla.

Güce ve paraya sahip olanları aydınlat,

Böylece kayıtsızlık günahına düşmesinler,

Herkesin yararını gözetip zayıf olanı kayırsınlar,

Yaşadığımız bu dünyaya özen göstersinler.

Yoksular ve dünya haykırıyor.




Ey Rab kudretin ve ışığın bizi kuşatsın,

Yaşamın tümünü korumamıza yardım et,

Daha iyi bir geleceğe hazırlanmak ve

Krallığını gelişini beklemek için bize yardım et.

Sana övgüler olsun.

Âmin.



Roma, Aziz Petrus Bazilikası, 24 Mayıs Pentekost Bayram, 2015 yılı, Papalık Görevimin 3. Yılı


Franciscus








Çeviren: Şule Rogenbuke

CET Basın Bürosu

1 Canticle of the Creatures, in Francis of Assisi: Early Documents, vol. 1, New York-London-Manila, 1999, 113-114.

2 Apostolic Letter Octogesima Adveniens (14 May 1971), 21: AAS 63 (1971), 416-417.

3 Address to FAO on the 25th Anniversary of its Institution (16 November 1970), 4: AAS 62 (1970), 833.

4 Encyclical Letter Redemptor Hominis (4 March 1979), 15: AAS 71 (1979), 287.

5 Cf. Catechesis (17 January 2001), 4: Insegnamenti 41/1 (2001), 179.

6 Encyclical Letter Centesimus Annus (1 May 1991), 38: AAS 83 (1991), 841.

7 Ibid., 58: AAS 83 (1991), p. 863.

8 JOHN PAUL II, Encyclical Letter Sollicitudo Rei Socialis (30 December 1987), 34: AAS 80 (1988), 559.

9 Cf. ID., Encyclical Letter Centesimus Annus (1 May 1991), 37: AAS 83 (1991), 840.

10 Address to the Diplomatic Corps Accredited to the Holy See (8 January 2007): AAS 99 (2007), 73.

11 Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 51: AAS 101 (2009), 687.

12 Address to the Bundestag, Berlin (22 September 2011): AAS 103 (2011), 664.

13 Address to the Clergy of the Diocese of Bolzano-Bressanone (6 August 2008): AAS 100 (2008), 634.

14 Message for the Day of Prayer for the Protection of Creation (1 September 2012).

15 Address in Santa Barbara, California (8 November 1997); cf. JOHN CHRYSSAVGIS, On Earth as in Heaven: Ecological Vision and Initiatives of Ecumenical Patriarch Bartholomew, Bronx, New York, 2012.


16 Ibid.

17 Lecture at the Monastery of Utstein, Norway (23 June 2003).

18 “Global Responsibility and Ecological Sustainability”, Closing Remarks, Halki Summit I, Istanbul (20 June 2012).

19 THOMAS OF CELANO, The Life of Saint Francis, I, 29, 81: in Francis of Assisi: Early Documents, vol. 1, New York-London-Manila, 1999, 251.

20 The Major Legend of Saint Francis, VIII, 6, in Francis of Assisi: Early Documents, vol. 2, New York-London-Manila, 2000, 590.

21 Cf. THOMAS OF CELANO, The Remembrance of the Desire of a Soul, II, 124, 165, in Francis of Assisi: Early Documents, vol. 2, New York-London-Manila, 2000, 354.

22 SOUTHERN AFRICAN CATHOLIC BISHOPS’ CONFERENCE, Pastoral Statement on the Environmental Crisis (5 September 1999).

23 Cf. Greeting to the Staff of FAO (20 November 2014): AAS 106 (2014), 985.

24 FIFTH GENERAL CONFERENCE OF THE LATIN AMERICAN AND CARIBBEAN BISHOPS, Aparecida Document (29 June 2007), 86.

25 CATHOLIC BISHOPS’ CONFERENCE OF THE PHILIPPINES, Pastoral Letter What is Happening to our Beautiful Land? (29 January 1988).

26 BOLIVIAN BISHOPS’ CONFERENCE, Pastoral Letter on the Environment and Human Development in Bolivia El universo, don de Dios para la vida (23 March 2012), 17.

27 Bk. GERMAN BISHOPS’ CONFERENCE, Commission for Social Issues, Der Klimawandel: Brennpunkt globaler, intergenerationeller und ökologischer Gerechtigkeit (September 2006), 28-30.

28 PONTIFICAL COUNCIL FOR JUSTICE AND PEACE, Compendium of the Social Doctrine of the Church, 483.

29 Catechesis (5 June 2013): Insegnamenti 1/1 (2013), 280.

30 BISHOPS OF THE PATAGONIA-COMAHUE REGION (ARGENTINA), Christmas Message (December 2009), 2.

31 UNITED STATES CONFERENCE OF CATHOLIC BISHOPS, Global Climate Change: A Plea for Dialogue, Prudence and the Common Good (15 June 2001).

32 FIFTH GENERAL CONFERENCE OF THE LATIN AMERICAN AND CARIBBEAN BISHOPS, Aparecida Document (29 Jun Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 56: AAS 105 (2013), 1043.e 2007), 471.

33 Esort. ap. Evangelii gaudium (24 novembre 2013), 56: AAS 105 (2013), 1043.

34 JOHN PAUL II, Message for the 1990 World Day of Peace, 12: AAS 82 (1990), 154.

35 ID., Catechesis (17 January 2001), 3: Insegnamenti 24/1 (2001), 178.

36 JOHN PAUL II, Message for the 1990 World Day of Peace, 15: AAS 82 (1990), 156.

37 Catechism of the Catholic Church, 357.

38 Angelus in Osnabrück (Germany) with the disabled, 16 November 1980: Insegnamenti 3/2 (1980), 1232.

39BENEDICT XVI, Homily for the Solemn Inauguration of the Petrine Ministry (24 April 2005): AAS 97 (2005), 711.

40 Bk. BONAVENTURE, The Major Legend of Saint Francis, VIII, 1, in Francis of Assisi: Early Documents, vol. 2, New York-London-Manila, 2000, 586.

41 Catechism of the Catholic Church, 2416.

42 GERMAN BISHOPS’ CONFERENCE, Zukunft der Schöpfung – Zukunft der Menschheit. Einklärung der Deutschen Bischofskonferenz zu Fragen der Umwelt und der Energieversorgung, (1980), II, 2.

43 Catechism of the Catholic Church, 339.

44 Hom. in Hexaemeron, I, 2, 10: PG 29, 9.

45 The Divine Comedy, Paradiso, Canto XXXIII, 145.

46 BENEDICT XVI, Catechesis (9 November 2005), 3: Insegnamenti 1 (2005), 768.

47 ID., Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 51: AAS 101 (2009), 687.

48 JOHN PAUL II, Catechesis (24 April 1991), 6: Insegnamenti 14 (1991), 856.

49 The Catechism explains that God wished to create a world which is “journeying towards its ultimate perfection”, and that this implies the presence of imperfection and physical evil; cf. Catechism of the Catholic Church, 310.

50 Cf. SECOND VATICAN ECUMENICAL COUNCIL, Pastoral Constitution on the Church in the Modern World Gaudium et Spes, 36.

51 THOMAS AQUINAS, Summa Theologiae, I, q. 104, art. 1 ad 4.

52 ID., In octo libros Physicorum Aristotelis expositio, Lib. II, lectio 14.

53 Against this horizon we can set the contribution of Fr Teilhard de Chardin; cf. PAUL VI, Address in a Chemical and Pharmaceutical Plant (24 February 1966): Insegnamenti 4 (1966), 992-993; JOHN PAUL II, Letter to the Reverend George Coyne (1 June 1988): Insegnamenti 11/2 (1988), 1715; BENEDICT XVI, Homily for the Celebration of Vespers in Aosta (24 July 2009): Insegnamenti 5/2 (2009), 60.

54 JOHN PAUL II, Catechesis (30 January 2002),6: Insegnamenti 25/1 (2002), 140.

55 CANADIAN CONFERENCE OF CATHOLIC BISHOPS, SOCIAL AFFAIRS COMMISSION, Pastoral Letter You Love All that Exists… All Things are Yours, God, Lover of Life” (4 October 2003), 1.

56 CATHOLIC BISHOPS’ CONFERENCE OF JAPAN, Reverence for Life. A Message for the Twenty-First Century (1 January 2000), 89.

57 JOHN PAUL II, Catechesis (26 January 2000), 5: Insegnamenti 23/1 (2000), 123.

58 ID., Catechesis (2 August 2000), 3: Insegnamenti 23/2 (2000), 112.

59 PAUL RICOEUR, Philosophie de la Volonté, t. II: Finitude et Culpabilité, Paris, 2009, 216.

60 Summa Theologiae, I, q. 47, art. 1.

61Ibid.

62 Cf. ibid., art. 2, ad 1; art. 3.

63 Catechism of the Catholic Church, 340.

64 Canticle of the Creatures, in Francis of Assisi: Early Documents, New York-London-Manila, 1999, 113-114.

65 Cf. NATIONAL CONFERENCE OF THE BISHOPS OF BRAZIL, A Igreja e a Questão Ecológica, 1992, 53-54.

66 Ibid., 61.

67 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 215: AAS 105 (2013), 1109.

68 Cf. BENEDICT XVI, Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 14: AAS 101 (2009), 650.

69 Catechism of the Catholic Church, 2418

70 CONFERENCE OF DOMINICAN BISHOPS, Pastoral Letter Sobre la relación del hombre con la naturaleza (21 January 1987).

71 JOHN PAUL II, Encyclical Letter Laborem Exercens (14 September 1981), 19: AAS 73 (1981), 626.

72 Encyclical Letter Centesimus Annus (1 May 1991), 31: AAS 83 (1991), 831.

73 Encyclical Letter Sollicitudo Rei Socialis (30 December 1987), 33: AAS 80 (1988), 557.

74 Address to Indigenous and Rural People, Cuilapán, Mexico (29 January 1979), 6: AAS 71 (1979), 209.

75 Homily at Mass for Farmers, Recife, Brazil (7 July 1980): AAS 72 (1980): AAS 72 (1980), 926.

76 Cf. Message for the 1990 World Day of Peace, 8: AAS 82 (1990), 152.

77 PARAGUAYAN BISHOPS’ CONFERENCE, Pastoral Letter El campesino paraguayo y la tierra (12 June 1983), 2, 4, d.

78 NEW ZEALAND CATHOLIC BISHOPS CONFERENCE, Statement on Environmental Issues (1 September 2006).

79 Encyclical Letter Laborem Exercens (14 September 1981), 27: AAS 73 (1981), 645.

80 Hence Saint Justin could speak of “seeds of the Word” in the world; cf. II Apologia 8, 1-2; 13, 3-6: PG 6, 457-458, 467.

81 JOHN PAUL II, Address to Scientists and Representatives of the United Nations University, Hiroshima (25 February 1981), 3: AAS 73 (1981), 422.

82 BENEDICT XVI, Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 69: AAS 101 (2009), 702.

83 ROMANO GUARDINI, Das Ende der Neuzeit, 9th ed., Würzburg, 1965, 87 (English: The End of the Modern World, Wilmington, 1998, 82).

84 Ibid.

85 Ibid., 87-88 (The End of the Modern World, 83).

86 PONTIFICAL COUNCIL FOR JUSTICE AND PEACE, Compendium of the Social Doctrine of the Church, 462.

87 ROMANO GUARDINI, Das Ende der Neuzeit, 63-64 (The End of the Modern World, 56).

88 Ibid., 64 (The End of the Modern World, 56).

89 Ibid., 64 (The End of the Modern World, 56).

90 Ibid., 22: p. 657.

91 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 231: AAS 105 (2013), 1114.

92 ROMANO GUARDINI, Das Ende der Neuzeit, 63 (The End of the Modern World, 55).

93 JOHN PAUL II, Encyclical Letter Centesimus Annus (1 May 1991), 38: AAS 83 (1991), 841.

94 Cf. Love for Creation. An Asian Response to the Ecological Crisis, Declaration of the Colloquium sponsored by the Federation of Asian Bishops’ Conferences (Tagatay, 31 January-5 February 1993), 3.3.2.

95 JOHN PAUL II, Encyclical Letter Centesimus Annus (1 May 1991), 37: AAS 83 (1991), 840.

96 BENEDICT XVI, Message for the 2010 World Day of Peace, 2: AAS 102 (2010), 41.

97 ID., Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 28: AAS 101 (2009), 663.

98 Cf. VINCENT OF LERINS, Commonitorium Primum, ch. 23: PL 50, 688: “Ut annis scilicet consolidetur, dilatetur tempore, sublimetur aetate”.

99 No. 80: AAS 105 (2013), 1053.

100 SECOND VATICAN ECUMENICAL COUNCIL, Pastoral Constitution on the Church in the Modern World Gaudium et Spes, 63.

101 Cf. JOHN PAUL II, Encyclical Letter Centesimus Annus (1 May 1991), 37: AAS 83 (1991), 840.

102PAUL VI, Encyclical Letter Populorum Progressio (26 March 1967), 34: AAS 59 (1967), 274.

103 BENEDICT XVI, Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 32: AAS 101 (2009), 666.

104 Ibid.

105 Ibid.

106 Catechism of the Catholic Church, 2417.

107 Ibid., 2418.

108 Ibid., 2415.

109 Message for the 1990 World Day of Peace, 6: AAS 82 (1990), 150.

110 Address to the Pontifical Academy of Sciences (3 October 1981), 3: Insegnamenti 4/2 (1981), 333.

111 Message for the 1990 World Day of Peace, 7: AAS 82 (1990), 151.

112 JOHN PAUL II, Address to the 35th General Assembly of the World Medical Association (29 October 1983), 6: AAS 76 (1984), 394.

113 EPISCOPAL COMMISSION FOR PASTORAL CONCERNS IN ARGENTINA, Una tierra para todos (June 2005), 19.

114 Rio Declaration on Environment and Development (14 June 1992), Principle 4.

115 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 237: AAS 105 (2013), 1116.

116 BENEDICT XVI, Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 51: AAS 101 (2009), 687.

117 Some authors have emphasized the values frequently found, for example, in the villas, chabolas or favelas of Latin America: cf. JUAN CARLOS SCANNONE, S.J., “La irrupción del pobre y la lógica de la gratuidad”, in JUAN CARLOS SCANNONE and MARCELO PERINE (eds.), Irrupción del pobre y quehacer filosófico. Hacia una nueva racionalidad, Buenos Aires, 1993, 225-230.

118 PONTIFICAL COUNCIL FOR JUSTICE AND PEACE, Compendium of the Social Doctrine of the Church, 482.

119 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 210: AAS 105 (2013), 1107.

120 Address to the German Bundestag, Berlin (22 September 2011): AAS 103 (2011), 668.

121 Catechesis (15 April 2015): L’Osservatore Romano, 16 April 2015, p. 8.

122 SECOND VATICAN ECUMENICAL COUNCIL, Pastoral Constitution on the Church in the Modern World Gaudium et Spes, 26.

123 Cf. Nos. 186-201: AAS 105 (2013), 1098-1105.

124 PORTUGUESE BISHOPS’ CONFERENCE, Pastoral Letter Responsabilidade Solidária pelo Bem Comum (15 September 2003), 20.

125 BENEDICT XVI, Message for the 2010 World Day of Peace, 8: AAS 102 (2010), 45.

126 Rio Declaration on Environment and Development (14 June 1992), Principle 1.

127 BOLIVIAN BISHOPS’ CONFERENCE, Pastoral Letter on the Environment and Human Development in Bolivia El universo, don de Dios para la vida (March 2012), 86.

128 PONTIFICAL COUNCIL FOR JUSTICE AND PEACE, Energy, Justice and Peace, IV, 1, Vatican City (2014), 53.

129 BENEDICT XVI, Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 67: AAS 101 (2009).

130 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 222: AAS 105 (2013), 1111.

131 PONTIFICAL COUNCIL FOR JUSTICE AND PEACE, Compendium of the Social Doctrine of the Church, 469.

132 Rio Declaration on the Environment and Development (14 June 1992), Principle 15.

133 Cf. MEXICAN BISHOPS’ CONFERENCE, EPISCOPAL COMMISSION FOR PASTORAL AND SOCIAL CONCERNS, Jesucristo, vida y esperanza de los indígenas e campesinos (14 January 2008).

134 PONTIFICAL COUNCIL FOR JUSTICE AND PEACE, Compendium of the Social Doctrine of the Church, 470.

135 Message for the 2010 World Day of Peace, 9: AAS 102 (2010), 46.

136 Ibid.

137 Ibid., 5: p.

138 BENEDICT XVI, Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 50: AAS 101 (2009), 686.

139 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 209: AAS 105 (2013), 1107.

140 Ibid., 228: AAS 105 (2013), 1113.

141 Cf. Encyclical Letter Lumen Fidei (29 June 2013), 34: AAS 105 (2013), 577: “Nor is the light of faith, joined to the truth of love, extraneous to the material world, for love is always lived out in body and spirit; the light of faith is an incarnate light radiating from the luminous life of Jesus. It also illumines the material world, trusts its inherent order, and knows that it calls us to an ever widening path of harmony and understanding. The gaze of science thus benefits from faith: faith encourages the scientist to remain constantly open to reality in all its inexhaustible richness. Faith awakens the critical sense by preventing research from being satisfied with its own formulae and helps it to realize that nature is always greater. By stimulating wonder before the profound mystery of creation, faith broadens the horizons of reason to shed greater light on the world which discloses itself to scientific investigation”.

142 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 256: AAS 105 (2013), 1123.

143 Ibid., 231: p. 1114.

144 ROMANO GUARDINI, Das Ende der Neuzeit, 9th edition, Würzburg, 1965, 66-67 (English: The End of the Modern World, Wilmington, 1998, 60).

145 JOHN PAUL II, Message for the 1990 World Day of Peace, 1: AAS 82 (1990), 147.

146 BENEDICT XVI, Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009), 66: AAS 101 (2009), 699.

147 ID., Message for the 2010 World Day of Peace, 11: AAS 102 (2010), 48.

148 Earth Charter, The Hague (29 June 2000).

149 JOHN PAUL II, Encyclical Letter Centesimus Annus (1 May 1991), 39: AAS 83 (1991), 842.

150 ID., Message for the 1990 World Day of Peace, 14: AAS 82 (1990), 155.

151 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 Nov 2013), 261: AAS 105 (2013), 1124.

152 BENEDICT XVI, Homily for the Solemn Inauguration of the Petrine Ministry (24 April 2005): AAS 97 (2005), 710.

153 AUSTRALIAN CATHOLIC BISHOPS’ CONFERENCE, A New Earth – The Environmental Challenge (2002).

154 ROMANO GUARDINI, Das Ende der Neuzeit, 72 (The End of the Modern World¸ 65-66).

155 Apostolic Exhortation Evangelii Gaudium (24 November 2013), 71: AAS 105 (2013), 1050.

156 BENEDICT XVI, Encyclical Letter Caritas in Veritate (29 June 2009) 2: AAS 101 (2009), 642.

157 PAUL VI, Message for the 1977 World Day of Peace: AAS 68 (1976), 709.

158 PONTIFICAL COUNCIL FOR JUSTICE AND PEACE, Compendium of the Social Doctrine of the Church, 582.

159 The spiritual writer Ali al-Khawas stresses from his own experience the need not to put too much distance between the creatures of the world and the interior experience of God. As he puts it: “Prejudice should not have us criticize those who seek ecstasy in music or poetry. There is a subtle mystery in each of the movements and sounds of this world. The initiate will capture what is being said when the wind blows, the trees sway, water flows, flies buzz, doors creak, birds sing, or in the sound of strings or flutes, the sighs of the sick, the groans of the afflicted…” (EVA DE VITRAY-MEYEROVITCH [ed.], Anthologie du soufisme, Paris 1978, 200).

160 In II Sent., 23, 2, 3.

161 Cántico Espiritual, XIV, 5.

162 Ibid.

163 Ibid., XIV, 6-7.

164 JOHN PAUL II, Apostolic Letter Orientale Lumen (2 May 1995), 11: AAS 87 (1995), 757.

165 Ibid.

166 ID., Encyclical Letter Ecclesia de Eucharistia (17 April 2003), 8: AAS 95 (2003), 438.

167 BENEDICT XVI, Homily for the Mass of Corpus Domini (15 June 2006): AAS 98(2006), 513.

168 Catechism of the Catholic Church, 2175.

169 JOHN PAUL II, Catechesis (2 August 2000), 4: Insegnamenti 23/2 (2000), 112

170 Quaest. Disp. de Myst. Trinitatis, 1, 2 concl.

171 Cf. THOMAS AQUINAS, Summa Theologiae, I, q. 11, art. 3; q. 21, art. 1, ad 3; q. 47, art. 3.

172 BASIL THE GREAT, Hom. in Hexaemeron, I, 2, 6: PG 29, 8.