San Paul Kilisesi 
Tepebağ Mahallesi 10 Sok. No. 31
Tel:  +90 (0)322 363 52 79 – Fax: +90 (0)322 363 48 33
Mail : vinufran@gmail.com

 

Ayin saatleri
Pazar günü 11.00 (türkçe)
Pazartesi’den Cuma gününa kadar: 
saat 8.00 (türkçe)

ADANA’DA HRİSTİYANLIK TARİHİ

Hristiyanlık Adana’ya birinci yüzyıl’da kesinlikle gelmiş olmalıdır… Her ne kadar bununla ilgili açık delil mevcut olmasa da, Adana civarında hristiyan cemaatler olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan, henüz 325 yılında Adana’nınPaulinus adında, İznik Konsiline katılmış olan bir episkoposu olduğunu bilmekteyiz. Bu yüzden Adana’da belli ölçülerde bir katedral ve hiç de az olmayan sayıda hristiyan olması gerektiğini söylemek, kehanet olmayacaktır. Bu dönemde şehrin episkoposu, Tarsus metropolitlik merkezi ve Antakya Patrikliğine bağlı olmuştur. 381’de Adana episkoposunun Ciriacus olduğu bilinmektedir: kendisi Kostantinopolis (İstanbul)’de düzenlenen II. Ekümenik konsil’e katılmakla kalmamış, aynı zamanda senatör Nectarius’un özel hocası olarak seçilmiştir. Nitekim Nectarius yine 381 tarihinde Kostantinopolis (İstanbul) episkoposu olarak atanmış ve Adanalı Ciriacus’un; şimdiye kadar yalnızca bir katekümen olan ve daha ziyade sivil yönetim işleriyle uğraşmış bulunan kendisine, hristiyan ilahiyatını daha detaylı öğretmesini istemiştir. Bu iş için Ciriacus’un seçilmiş olmasında, muhtemelen Nectarius’un da Tarsus’lu olması etkili olmuştur. Ciriacus’un halefi Anatolius’a yazan Aziz İoannis Crisostomos’a göre, Adana şehri, M.S. IV-V.Yy’ların da “sakin ve barışçıl” bir şehirdi. Anatolius, şahsen tanımamış olmasına rağmen. Crisostomos’un konumunu desteklemiştir ve muhtemelen bu yüzden de zamanı gelince Galya’ya (Fransa) sürgün edilmiştir. İmparator Teodosius’un ölümü sonrasında (M.S. 395), Adana Bizans imparatorluğu sınırlarında kalmıştır. Anatolius’un halefi Cirillus, daha sonradan kiliseye yeniden birlik getirmeye çalışsa da, 431’deki Efes Konsili’nde Nestorius’a destek vermiştir. Bununla birlikte kendisi, tartışmalı Adanalı Teofilus figürünü bir kenara koyarsak, Adana Kilisesi’nin bilinen en son episkoposu olmaktadır. Nitekim 640’tan sonra Adana, arap akınlarında yağmalanmış ve halifelik topraklarına katılmıştır. Yeniden fethedilmesi 964’te II. Basilius tarafından gerçekleşecektir. Güçlü ermeni mevcudiyeti Ani şehrinin, Alp Arslan yönetimindeki Selçukluların eline geçmesinden sonra (1064), “Küçük Ermenistan” ermenileri Adana’yı işgal etmişler (1132) ve şehir Kilikya ermeni pralini idaresine geçirmiştir. (Ermesi kilisesi IV.yy.’da Kilisenin kalanından ayrılmış olduğu için “Gregoryen” ismini almıştır.) 1173 yılında tekrar Bizans hâkimiyetine geçse de 1266’da Memluklar tarafından yağmalanmıştır.

Adana Sis Katolikos’una bağlanmıştır: bunların arasında ilk bilinen 1307 ve 1316 arasında görev yapan Stefanus’dur.  Ermeniler bu şehirde pek çok konsil düzenlemişlerdir: en önemlisi 1313 yılında; Stefanus tarafından düzenlenmiştir. Bu konsil, daha önceki Sis konsilinin (1286) kararlarını onayıp, Katolik Kilise’yle birleşme yönünde görüş bildirmiştir.  Bu konsilde aynı zamanda, Epifani’den ayrı tutulmak üzere 25 Aralık’ta kutlanacak olan Noel yortusunun, liturjik takvime dâhil edilmesi kararlaştırılmıştır.  1341’de V. Levon’un ölümünden sonra, Ermenistan tacının Kıbrıslı Lusignanus’a geçmesi gerekirken, ermeniler kendilerine yeni bir kral seçmişlerdir.  1359’da Memluklar geri dönmüşler ve Küçük Ermenistan, 1. Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılana dek (1517), Toros dağlarında yaşamaya devam etmiştir.

1832’den 1840’a kadar Mısırlı Mehmet Ali Paşa hâkimiyetinde kalmıştır.  Katolik Ansiklopedisi’nin İngilizce versiyonunda, 1900’lerin başındaki durumu anlatan bölümde şöyle denilmektedir: Adana Ermenileri bugün; gregoryen, Katolik ve Protestan olarak üçe bölünmüşlerdir.  Gregoryenler için burası, Sis Katolikosu tarafından idare edilen ve Adana’da bir episkopos tarafından temsil edilen 14/15 bölgenin merkezidir.  Katoliklerin burada bir episkoposluk merkezi vardır.  Protestanlar içinse, Adana yaklaşik bin üyesi olan Central Turkey Mission of the American Board of Commissiones for Foreign Missions’un bir misyoner menzilidir.  Amerikan Presbıteryen kilisesi burayı, Tarsus kilisesinin yardımıyla bir misyoner kilisesi olarak sürdürmektedir.

Toplam nüfus, iki-üç aylık pamuk mevsiminde 45 bin’e kadar çıksa da, yılın kalanında 30 bini geçmemektedir: 14 bin Müslüman, 12.575 Ermeni, 3425 Rum ve az sayıda diğerleri.

Şehirde: 18 cami; 37 medrese ve 8 tekke, 2 Ermeni kilisesi, 1 Latin kilisesi ( Aziz Pavlus’a adanmış olan) 1 Rum ve 1 Protestan kilisesi; 28 tanesi ilk ve bir tanesi ortaokul olmak üzere toplam 29 Türk okulu,2 Rum okulu,1 Ermeni ve 1 Protestan okulu, biri (Cizvit pederler tarafından yönetilen erkek, diğeri Lion’lu Aziz Yusuf (San Guiseppe di Lione) rahibeler tarafından yönetilen kız okulu olmak üzere iki Fransız okulu (rahibelerin, bir okulu Adana, Mersin ve yakın civardan gelen kız çocukları barındıran bir yatılı okulu bulunmaktaydı.)  Bu yatılı kız okulunda çok sayıda ve değişik milliyetten kız okumaktaydı: ermeni, rum, arap, Fransız ve İtalyan.  Rum hiyerarşisi burada Tarsus ve Adana Metropoliti unvanı taşıyan ve şehrin antik kısmında ikamet eden bir episkopos tarafından temsil edilmektedir.  Episkoposa bağlı din adamları Kapadokya veya Ege adalarından gelmektedirler.  Bunlar Helenizm’e sıkı sıkıya bağlı olup, Antalya Patrikliğinden ziyade İstanbul (Kostantinopolis) Patrikliğine bağlı olmayı arzu etmektedirler… Türkiye Cumhuriyetinin doğuşuyla birlikte (1923) şehir hem nüfus hem de alt yapı olarak büyümeye başlamıştır.

Gerileme

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, şehirde yalnızca Aziz Pavlus Katolik kilisesi ve kendisine yerel bir Amerikan okulunun ( ilkokuldan üniversite’ye kadar) bağlı bulunduğu İncirlik’teki Amerikan üssünde bulunan kilise (1951) kalmıştır.  Tepebağ bölgesinde bulunan Adana kilisesi 19.yy’ın sonunda inşa edilmiş ve yakındaki çok tanınmış okulda bulunan Cizvitlere emanet edilmiştir.

‘Katolik Uygarlığı’ dergisinde aktarılmış olan ( E.Rosa, ‘Adana’daki yeni katliamlar’. Kat.Uyg.(1909),11.740), okulda 1909 Nisan’ında gerçekleşen katliamla ilgili pederlerin görgü tanıklığı son derece önemlidir. (4 bin Katolik ve gregorgen okuluna sığınmıştır) Dergi, bölgede bulunmalarına rağmen, böyle zor bir durumda kalan Ermenileri kurtarmak için hiçbir şey yapmayan ve böylece yaklaşık 30 bin Ermeni’nin katledilmesine neden olan batılı güçleri, bu katliamları sus ilan etmiştir.  Bu konuyla ilgi olarak Katolik Uygarlığı şöyle yazmıştır ; <<Modern Avrupa uygarlığı, özellikle de laik Fransa durmadan tekrar eden bu dehşet verici olayları istifini bozmadan takip ediyor, olanları yakındaki zırhlılarından izliyor ve en sonunda temsilcilerini gönderip kayıt tutturup protesto etmekle yetiniyor>>

Birkaç yıl sonra, Cizvitlerin etkili dergisi, katliamı durdurmakta başarılı olunamayınca bir kez daha batılı hükümetten ve Türkiye’nin bazı müttefiklerini suçlayarak aynen şöyle yazmıştır: << Birbirine sıkı sıkıya bağlanmış pek çok Katolik, şehrin karşısındaki bir tepeden gelmiş ve aşağıdaki nehre atılmıştır. İçlerinde bulunan bir Katolik papazı peder Emanuel Cukunyan daha da büyük bir rezillikle, bir köpeğe bağlanmış ve boğulup ölsün diye bu şekilde sulara atılmıştır.>> Ve eklemiştir: << Katolik episkoposlarının tümü oraya, buraya tehcir edilmişlerdir.  Kadın din görevlileri de evlerinden zorla alınıp, bazıları öldürülmüş veya yaralanmış, bazıları tehcir edilmiştir>> (<< 1914-15’teki yinelenen ermeni katliamları >>  Kat. Uyg. (1915), 111,251).

The New York Times’ taki yazılar ise Amerikan Protestan misyonerlerin görgü tanıklıklarına daha geniş yer vermiştir.  Okul, kilise ve ticari malları harabeye çevrilmiştir.  Osmanlı yetkilileri; D.M. Rogers ve Henry Maurer adında iki Amerikan misyonerinin kurşuna dizilmesinin suçunu dul bir Türk kadının evini ateşe vermek isterken yakalanan Ermenilere atarak reddetmişlerdir.  Bu iddia karşısında olayların görgü tanığı Amerikan papaz Brooklyn’lı Stephen Trowbridge, iki misyonerin Müslümanlar tarafından öldürüldüklerini ortaya koymuştur.

Yine 1909’da okul, katliamının bizzat sorumluları tarafından, Ermenilerin sığınmalarına izin verdikleri için yakılmıştır. Yatılı kız okulu kapatılmış ve rahibeler Mersin’deki taşınmazlar zarar görmediği için okul binası ise yeniden inşa edilmiştir ve burada yıllar içinde otuz kadar Cizvit yetişmiştir.  Birinci Dünya Savaşı sırasında (1914-18) kapalı kalan okul, 1919’da yeniden açılmış ancak, mezhep okulu olması suçlamasıyla 1924’te kapılarını kapamak zorunda kalmıştır.

20 Ekim 1921’de Fransa’yla Ankara hükümeti arasında, Türklerle Fransızlar arasındaki Anadolu’nun güneydoğusunun kontrolüyle ilgili anlaşmazlığı sonlandırmak amacıyla Ankara antlaşması imzalanmıştır. Sonuçları arasında, Adana ve başlıca Kilikya şehirlerinden ermeni köylerinin boşaltılması da vardır.  Buna karşılık, Türk hükümeti Fransa’nın Suriye mandasını kabul etmiştir.

1940 yılın da bile, Cizvit pederler, İstanbullu peder Pasty sayesinde, tüm yıl boyunca dini hizmet vermeye devam etmekteydiler; ancak zamanla geçim imkânları kalmayınca, en azından kiliseyi kurtarabilmek için etrafındaki araziyi satmak zorunda kalmışlardır.  Adanalı bazı Türk vatandaşlarının anlattıklarına göre peder Pasty, yirmi yıl sonra, üç kişi tarafından boğazına ustura dayanmak ve tek tek sakalları yolunmak suretiyle bütün gece işkence görmüş ve << bir hafta sonra döndüğümüzde hala burada olursan, gırtlağını keseriz!>> şeklin tehdit edilmiştir.  Bunun sonucunda Cizvitler 1968’de kiliseyi boşaltmışlardır.  Vatikan Büyükelçiliği kiliseyi 27 Mart’ta kapusen pederlere emanet etmiş ve tapusunu güvenilir bir kişisinin üzerine kaydettirmiştir.

Kapusen pederlerin gelişi

Kilise’yle ilk ilgilenen peder Gregorio Simonelli olmuştur o zamandan sonra her Pazar günü inananlar ayin için toplanmışlardır.  1986’dan sonra peder Roberto Ferrari başka yer olmadığı için kilise’nin locası üstüne rahipler için iki oda, zemin kata ise bir yemek odasıyla bir ofis yaptırmıştır.  Bundan başka, kiliseye mermerden güzel bir sunak masası eklenmiştir.  7 Ocak 1988’den itibaren peder Vincenzo Succi devamlı olarak buraya yerleşmiştir: burada kaldığı 9 yıl süresince yalnız cemaatle ve İncirlik’teki Amerikan üssünün dini hizmetiyle ilgilenmemiş, özellikle sayısız özürlüye, (yalnızca Adana’da 22kişi), onların sosyal hayatlarına tekrar adapte olmalarını sağlayacak tam 68 cerrahi müdahale’de yardımcı olarak yüreğini açmıştır.

Aylar boyu, kiliseye düzenli olarak gelenler yaralanmış, dövülmüş ve saldırıya uğramıştır ancak suçlular hiçbir zaman cezalandırılmamıştır; ta ki Adana üssünde görevli Fransız Hava Kuvvetlerinden bir albay darp edilene kadar! Nihayet saldırganlar yakalanmış, fişlenmiş ve cezalandırılmıştır; bundan sonra da nadiren ortaya çıkmışlardır.  Peder Vincenzo’ya ise tamamen asılsız, fotomontajlarla ve sahte belgelerle pek çok saldırı yapılmasının yanında, bir yangınla kitap ve malları tahrip edilmiştir.  Peder Vincenzo pek çok dava açmış ve kazanmış olmasına rağmen herhangi bir tazminat verilmemiştir.  Kendisine, sıyırıp geçen bir el de ateş edilmiştir.

1966’da ‘Mesih’in ve Meryem’in Kutsal Yüreklerinin Küçük Evlatları’ rahibeleri, Adana’da bir eve yerleşmişler ve önce peder Vinvenzo’ya ve sonra salezyen peder Felice Morandi’ye kilise işlerinde birkaç sene boyunca yardımcı olmuşlardır.

Daha sonradan, Mersindeki kapusen pederler Adana cemaatinin haftalık din hizmetini yeniden üstlenmişlerdir.  Günümüzde de durum halen böyledir.

Belli bir düzende

Bizler, zamanda hareket eder ve zaman aralıkları belirleriz: yıl, ay, hafta, gün… Bunu, ayın süresi, güneşin yıllık dönüşü gibi belli doğal ritimlere, ayın hareketini; Hristiyan takvim ise güneşi iz

Zaman kavramı, pek çok dinde döngüseldir, yılbaşı denen aynı noktaya devamlı dönülür: yeni yıllın başından, başlangıcına.  Bugün NHD’nin ilk Pazarı, biz Latinler için Yılbaşı’dır! Medeni takvim için 1 Ocak, İslami takvim için Muharrem ayının ilk günü olduğu gibi.

Bizler ayrıca, hatırlamamıza yardımı olan, bazı ‘özel günler’ belirleriz: örneğin doğum günlerini ya da evlilik yıldönümlerini kutlarız.

Her insani kültür, her krallık veya cumhuriyet, her din kendi takvimini oluşturmuştur.  Gerçekten, takvim sayesinde, insanlara, bir hayatı görebilme yolu sunulmakta ve küçük – büyük bayramlar aracılığıyla, toplumların belleklerine önemli şeyler işlenmektedir.

İsrail halkı ve kilise de, yüzyıllar boyunca bir takvim oluşturmuştur.  Bundan başka, bayramlar ve liturjik kutlamalar, yeni nesillere, Tanrı’nın halkının imanını benimsetebilmek için ayrıcalıklı bir yoldur: bir bayramın, neden ‘Tanrı’nın insanlar için yaptığı harika işler’; anlatmanın fırsatı olduğunu açıklamak ve Tanrı tarafından sunulan kurtuluşa, her birimizin hangi cevabı vermesi gerektiği gibi.  Liturjik yılın merkezi, kurtuluş hikâyesinin özeti olan Paskalya Gizemi’dir: İsa’nın çilesi ölümü ve dirilişi; tüm hikâyenin yöneldiği ve her şeyin başladığı noktadır.  Her hafta Pazar günü, Paskalyanın kutlanması öylesine önemlidir ki!

Hristiyan zaman anlayışı çizgiseldir: yaratılıştan, İsa Mesih’in şanlı dönüşüne kadar gider.  Her yıl litürjik takvim aracılığıyla, yani zamanın döngüsel anlayışını kullanarak, yeniden ortaya çıkarılan bütün insanlık tarihini kapsar.  Ancak litürjik yıl ( 365 gün), durmadan aynı şekilde tekrarlanan bir basit daire değildir. Daha çok, İsa’yla karşılaşmaya doğru giden bir spirale benzer. Her yıl Tanrının sevgisini, Kurtuluş Hikâyesini ileriye taşır ve Kutsal Ruh, bizi, Mesih’in dönüşünü karşılamak için hazırlanmaya sevk eder.(Ki bu her bir kişi için, kendi ölümü anında gerçekleşir) Nitekim geçen Pazar, ‘Evrenin Kralı İsa Mesih’ bayramında, İsa’nın şanlı dönüşünü önceden kutladık.

O halde liturjik yıl, Tanrının insanlarla olan bütün hikâyesini yeniden ortaya çıkarıyorsa, bugün, NHD’nin ilk Pazarı, Tanrının ödüllerinin ilki olan, her şeyin başlangıcı, Yaratılışı kutlamamız gerekir. Nitekim Kutsal Kitap, Yaratılışın anlatımıyla başlar.  Ne yazık ki, İsa Mesih üzerine yoğunlaşmış olan Hristiyanlar, İbranilikte bırakılmış olan yılbaşı bayramının takvimden düşmesine izin vermişlerdir.

Bu yüzden bugün, Latin Katolik litürjimizin metinleri; gelecek Olanın zaten gelmiş Olan olduğunu bilerek, bizleri, İsa Mesih’e götüren yola yeniden başlamaya çağırıyor.

Peygamber İşaya’da ilk okuma bize, bölünme kavga ve savaşlarla dolu hastalıklı tarihimizin içine, Barış inşa eden Tanrı’nın, harikulade eserini sunar.

Romalılar’a mektup’la ikinci okuma bizi, uyuşuk olarak yaşamamaya, barış ve kardeşlik v.s kuran Tanrı’yla işbirliği yapmak için çaba göstermeye çağırıyor.  Matta İncili bizi, Tanrının öğreti ve talimatlarına karşı, Nuh’un olduğu gibi, itaatkâr olmaya çağırıyor.  Nuh’un zamanında dünya işleri, bugün olduğu gibi gidiyordu: doğal ve insan kaynaklı felaket ve belalar, insanların hayatını belirler.  Doğa ve tarihteki korkunç olaylar, pek çok kişi için endişe, bocalama ve korku kaynağıdır: insanı Tanrıya sövmeye dahi götürür.  İnananlar ise, başlarını kaldırır ve pek çok kişi için görünmez olanı, yani Tanrı’nın krallığını ve tarihin yıkıntıları arasında ilerleyen kurtuluşu görürler. Gerçekten Tanrı’nın vaadi, sarsılmaz ve emin durmaktadır.  Nuh buna inandı, iman da sarsılmadan durdu, Tanrı’nın ona söylediği ve buyurduğu yere sığındı.  Nuh’un gemisi bizim için, iman, umut ve karşılıksız sevgidir, İman üzerine düşünmektir, kurallar, dua, bedensel ve ruhsal merhamet işleridir.

Bu yüzden, asla kötümser olmayalım, asla doğal ve tarihi felaketler, ne kadar yıkıcı olursa olsun, dünyanın sonu olarak görmeyelim, aynı zamanda kayıtsız da kalmayalım ve Tanrının yolumuza çıkardığı somut kişilerin acılarından kaçmayalım.  Asla, sadece ruhun kurtuluşunu savunan ya da avutucu bir dine sığınmayalım; acı çekenlere yardım edelim, kurbanlar için ağlayalım, sosyal ve politik olarak daha adil ve daha özgür bir dünya için çaba gösterelim.

Ölüme dokunalım, ancak dirilişi umut edelim.

Trabzon Azize Meryem Kilisesi

1 Ocak 1845 yılında Rus Çarı I. Nikola’nın emriyle Gürcistan’da bulunan sekiz kişilik bir kapüsen (Ortaçağ’da İtalya’da kurulmuş olan bir rahip topluluğu) papaz grubu sınır dışı edilerek, 21 Ocak günü Trabzon’a gelirler.  O sırada şehrin Fransız konsolosu olan Bay Clairamboult bu papaz grubuna Trabzon’da bir dernek kurma ve bir de arsa satın alarak üzerine bir ev inşa etmeleri konusunda yardımcı olur.  Gelirken Tiflis’ten beraberlerinde getirmiş oldukları, ‘Çocuğun sakin uykusuna bakan Meryem ‘tablosunu bu eve yerleştirirler.  Rus konsolosu da Moskova’da dökülmüş olan bir çan bağışında bulunur (1846)

1862’den 1864’e kadar, bütün kapı ve pencerelerin dış cephelerinin oyma taş çerçevelere donatıldığı adeta sırtını dağa vermiş bir ortaçağ kalesini andıran, yeni manastır binası inşa edilir.

28 Şubat 1866 yılında da, Kırım savaşı devam ederken, Sultan Abdülmecit, Trabzon’a ziyarete gelen Hristiyanların kullanabilecekleri bir kilisenin inşa edilmesi için izin verir.

Etraftaki toprak düzeltildikten sonra, İtalya doğumlu başrahip Filippo Mazzoni, kilisenin ilk temel taşının konulması törenini 4 Ekim 1869 tarihinde gerçekleştirir.  Trabzon’daki tüm yabancı Katoliklerin destek verdiği kilise inşaatı, kötü hava şartları, ekonomik sorunlar ve Latin Katolikler tarafından istila edildiklerini düşünen Rum Ortodoksların tepkileri gibi nedenlerle birçok kez durur.

2 Şubat 1874 tarihinde ibadete açılan Azize Meryem ( Santa Maria) Kilisesi, 19 Mart günü kutsanır.

Roman-barak stilinde inşa edilmiş olan kilise, üç neften oluşmaktadır. İki yan nefte bulunan ve eskiden aziz Fransua ve aziz Antuan’a adanmış olan sunaklar, günümüzde Mesih İsa ve Bakire Meryem Ana’ya adanmış durumdadır.  Dört taş sütun hem destek görevi görüp hem de kirişlerin bağlantı yerini teşkil etmektedir. Duvarlar ise, deprem olasılığına karşı, kilisenin tavanında bir taraftan diğerine doğru uzanan demir çubuklarla desteklenmiştir.

Büyük sunak masasının sağında, Rafael ilhamlarıyla çizilmiş, 17 ve 18. Yy. İtalyan varyasyonları izleri taşıyan ve kimin tarafından yapıldığı bilinmeyen, ‘Trabzon Meryemi’ yağlı boya tablosu vardır.  Ocak 1845’te Tiflis’ten, Filippo Mazzoni’nin paltosunun içinde sarılı şekilde Trabzon’a getirilen ve ne yazık ki Nisan 1988’de çalınan tablonun, kilisenin sağ tarafında bir fotoğraf baskısı bulunmaktadır.

Sunak masasının dip tarafı rahip Luca Borciani’nin eseri olup taş oymasıdır ve Ünye taşından yapılmıştır. (1886) Şu anki sunak masası ise, mermerden yapılmış olup, kilisenin yüzüncü yılı dolayısıyla İzmir; Baş episkopsu John Boccella tarafından bağışlanıp kutsanmıştır. (1969)

Trabzon’daki ilk Hıristiyan cemaatin kurucusu olan aziz Petrus, aziz Andreya ve koruyucu aziz Evgenyus gibi başlıca tarihi kişilerin tabloları ise eski manastırın içinde muhafaza edilmektedir.

Kilise, Türk hükümeti tarafından ‘tarihi’ eser’ statüsüne alınmıştır.